Melbournde'deki ilk işimde 3. ayımı doldurmak üzereyken, performans değerlendirmesi toplantısının hemen öncesindeki haftasonunda, kendim ile yaptığım müzakereler sonucunda (bunu şu anda yazıyorum ama hakkaten yazarken bu laf nasıl kullanılır, nasıl yazılır en ufak fikrim yok, neyse, olsa da yazdım olmasa da), işim ile bazı kararlar verdim.
Tabi şimdi bu kendi ile müzakere kısmnı şöyle oluyor, ben Crysis oynuyorum, çok pis koreli dövüyorum, tutuyorum ümüğünü sıkıyorum, kucağına roket, ensesine tokat atıyorum, yeri geliyor uzaylısı ile haşır neşir oluyorum, yeri geliyor insanlığı kurtarıyorum, bu esnada hep kafamda "ya o değil de bu işin bana harbiden bir getirisi var mı, neyse dur iki roket daha atayım" şeklinde sorgulamalar yapıyorum. Bir elim cipste, bir elim kahve de, bir elim mouse'da (evet üç elim var, bana mantık hatalarıyla gelme okur).
Uzun uzun düşündükten sonra (yukarıdaki paragraftan gördünüz ne kadar uzun bir düşünce sürecim var), bu işin bana göre olmadığını farkettim, gerek getirilerinin düşüklüğü, gerek saygınlığı açısından (fazlayım ulan bu şirkete ben).
Geçen hafta patronum ile ikinci catch up toplantım vardı. Amacı temel olarak performans değerlendirmesi. Patron aldı beni çok şık bir cafe'ye götürdü görüşme için. Tabi yol boyunca benim kafamdan, acaba ayrılıcam desem saat kaçta evde olurum geçiyor, ocakta yemek bıraktım da.
Patron çok güzel girdi muhabbete tabi, herkesden duyduğu çok pozitif yorumlardan ve performansımın, adaptasyonumun ne kadar yüksek olduğundan tutup, kendimi şirketin geleceği açısından hangi yönde geliştirmem gerektiğine, 6 ay sonunda planlanan maaş artışını şimdi yapmaya karar verdiklerine (yaptığın da bir şey olsa be, en fazla bir six-pack daha alabilicem ayda onla) götürürken muhabbeti, sanırım benim yüzümde boş bir bakış görmüş olmalı ki, sen ne düşünüyorsun Murat dedi. Bu da tam, sevişme sonrası, ne düşünüyorsun gibi bi soru. Ya bırak ya, bırak uyuycam ben, diyemedim mekan ve zaman tersliğinden dolayı.
"Benim açıkçası kafamda bazı yeni düşünceler oluştu, ve burada çalışmak ile ilgili tereddütlerim var artık."
Bunun üzerine tabi bir dakikalık bir sessizlik oldu. Ben bu süre boyunca patronun suratının değişmesini, bana enteresan duygularla bakışını izledim. Sonuç olarak bana oldukça değerli bazı fikirler sundu (harbiden, sonuçta adamın hayat deneyimi var, neyse). Hayır kahve de bir güzel, bir güzel.
Patron - So Murat, you have to decide on what you really want (sanırım iş ile ilgili).
Ben - One more coffee (olmadı)?
Ama muhabbetin en alıcı noktası ise şuydu (anlam bütünlüğü açısından ingilizce yazıyorum sayın okuyucu):
P- Murat, do you know Star Wars?
B- Well, sure, I am a star wars freak actually...
P- You are very much like, Anakin Skywalker. You are smart, and gifted, you have great abilities, but you are arrogant and you lack patience. First you have to earn the respect to be like Obi Wan.
Bunun üzerine aklımdan geçen tek şey ise şuydu:
"Oha, dark side geliyor".
Benim ister istemez, patronun bana anlamlı ders verme amacının dışında, suratımda aptal bir gülümseme oluştu, ve tüm muhabbet ciddiyetini tamamen kaybederek beni hayal dünyasına sürükledi.
- Ehe, ehehe, ehe, tüm jedi'ları öldürsem mi ki, ehehe, ehe ehe, vznnnnn vzzznnnnnn..
Sonuç olarak ben geçen hafta itibari ile istifamı verdim, yeni ufuklara yelken açmak için, ama gelin görün ki 1.5 hafta oldu ben hala ofisteyim ve iş yapıyorum, istifa etmeyi bile beceremiyorum, en azından kahve beleş.