Anime etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anime etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ağustos 2007

Rebuild of Evangelion

Gene sabahın bir saatinde ofisde durduğum yerde zıplamaya başladım. Gene dediysem bunu saat başı falan yapıyor değilim, yapıyor olsam bile size söylemem. Sonra hakkımda çok enteresan görüşleriniz oluşmaya başlar, bunlar birikir kocaman olurlar, arkadamdan dedikodular yaparsınız, altın günlerinde oturup sadece beni çekiştirmeye başlarsınız, benim devamlı kulaklarım çınlar, hapşurmaya başlarım, hayat çekilmez olur, işe gidemem, param kalmaz, durduğum yerde zıplarım gün boyu.

Saat başı durduğum yerde zıpladığım falan yok okur, çıkar bu fikirleri kafandan.

Diyeceğim şudur ki, Evangelion serisinin orijinal yapımcıları, seriyi 4 film halinde yeniden yapıyorlar, ve bu 2008 yılı başı itibariyle sinemalarda gösterilmeye başlanıcak. Aslında 3 film ve bir son, 3. film ile son aynı anda gösterilecek, ve hepsinin 2008 senesi içinde gösterilmesi planlanıyor. Ben fragmanı izledikten sonra zıplayıp durmaya başladım, aslında baştan söylemek istediğim buydu, sonra işte böyle konu oraya buraya gidiyor falan, yanlış şeyler bunlar.

17 Ağustos 2007

The Melancholy of Suzumiya Haruhi v.2.0

Wöeaaaaa, wohoooo, oolleahaaaaaaaaaaa, wooooo..
Suzumiya Haruhi'nin ikinci sezonu yapılacakmış, bu şu anda uzun zamandır duyduğum en güzel haber (bazılarının, böylesine bir habere bu kadar sevindiğime göre, oldukça heyecansız bir hayatım olduğunu düşündüğünü tahmin ediyorum, size bir şey derim şimdi ama neyse...). Yayınlanma tarihi dahil en ufak bir bilgi yok ama olsun, sırf haberi bile beni mutlu etmeye yetti, ben şimdi oturup ilk seriyi 15 kere izlerim bu keyifle.

Konu hakkında minimal bir merakınız dahi var ise buradan seri hakkında biraz bilgi alabilirsiniz:
The Melancholy of Suzumiya Haruhi İnceleme

08 Ağustos 2007

Nightmare

Bu aralar tekrar kafayı taktığım yeni bir capon grup var. Anime izleyenler için, grubun caponya dışında en çok bilinen çalışmaları Death Note'un birinci açılış ve bitiş müzikleri.

Çocuklar çok güzel, bir sürü albüm çıkarmışlar, hepsi okumuş, iş sahibi, tadından yenmezler. Grubu bulup psikopat gibi dinlemek istememin asıl sebebi daha çok Claymore'un girişindeki şarkıyı dinledikten sonraydı, sonra dinlerken, ya bu çocuklar biraz tanıdık geliyor sanki derken, web sayfasının öküz gibi gözüme death note referanslarını da sokması sonucu öğrendim.

Bir sürü albüm, single, video yapmışlar. Özellikle çocukların üzerinden stil akıyor. Muhteşem kıyafetler, makyajlar, tavırlar, artı güzel çalıyor olmaları (evet hastayım ulan).

Özellikle son iki gün içerisinde 8.94 milyon kere üst üste dinlediğim şarkılarının klibini buraya koymak istiyorum, koydum.


Bu şarkıyı sevmemiş iseniz, zaten yazının devamını okumayın, ama zaten yazının devamı da olmayacak hihohohohaha hha ha ha, hmmmm.

Tamam olsun, bir de Death Note açılış şarkısı the World'un klibi:

13 Haziran 2007

The Melancholy of Suzumiya Haruhi


Uzun bir aradan sonra tekrar bir anime yazısı ile tam sağ çarprazınızdayım sayın okurlar. Bugünkü konumuz The Melancholy of Suzumiya Haruhi. Kendisini aslında geçen yaz izlemiş olmamın yanında kendisi hakkında ancak şimdi bir şeyler yazmak aklıma geliyor, çünkü bana Furi Kuri'den beri (evet Furi Kuri hakkındada bir şeyler yazmak istediğimi farkettim) tekrar tekrar izlememe rağmen hem kahkahalarla güldürüp hem de her seferinde ilk kez izlerkenki o aynı melankolik (başlıktan kopya çekmedim be bakmayın öyle) ve iç ısıtan duyguları yaşatan ikinci anime (çok yorucu bir cümle oldu sayın okuyucular şimdi bir süre burda dinlenebiliriz, yolun bundan sonrasına basit cümlelerle devam edeceğiz). Şimdi evde otururken son 1 saattir tekrar ve tekrar soundtrack müziklerini dinlerken bu mod içerisinde kendimi tutamayarak yazmaya başladım.

Öncelikle izlemeye başlarsınız anime içerisindeki ilk bölüm aslında sıfırıncı bölüm. Hikayemiz (bir anda hikayemiz oluverdi sevgili okurlar) bir lisede geçiyor, ve ilk bölüm aslında öğrencilerin festival için hazırladıkları kısa bir fantazi filmi. Bu sebeple bu ilk bölümün ana karakterler dışındaki arka plan ve diğer karakter çizimleri ana bölümlerden farklı, eski bir hava verilmiş. Bu bölüm, amatör çekim, yönetmenlik ve senaryo hataları ile muhteşem dalga geçiyor ve ister istemez (ben istiyorum açıkçası) kahkahalara boğuyor. Serinin en eğlenceli yönlerinden biri bu sıfırıncı bölümdede var, o da ana karakterlerden birisi olan sıradan öğrenci Kyon'un düzenli olarak bir şeyler hakkında narrator edasıyla yorumlar yapması ve bazen kendisini kaybedip inanılmaz komik şeyler söylemesi.

İkinci enteresan nokta ise 13 bölüm boyunca olan olayların düzenli bir sıra ile gitmemesi, yani bir bölümü izlerken hikaye ortada kesildiği zaman devamını sonraki bölümde deği alakasız başka bir bölümde görüyorsunuz, ve bölümler zamanda ardışıl olarak gelmiyorlar, bu da hikayeyi biraz daha eğlenceli hale getiriyor.

Kısaca hikayemiz bir lisede, Suzumiya Haruhi adlı tamamen sıradışı olan ve kendisini sıradan insanlardan soyutlayan zeki, yetenekli güzelimizin okulun ilk gününde sadece uzaylılar, telekinetik güçleri olanlar ve zamanda yolculuk yapanlar ile konuşacağını bildirmesi sonrasında diğer bir öğrenci olan Kyon ile başlayan muhabbetleri ve bu süreçte kurdukları doğa üstü güçleri inceleme tabanlı (kurduklarından daha çok Suzumiya'nın zorla kurdurttuğu, ve aslında suzumiya haruhi hayata eğlence getirme takımı gibi saçma bir ismi var tabi) klüpleri sırasında başlarından geçenleri anlatıyor.

Tabi bir çok komik olaylar oluyor, ama kahkahalar attıran bu olaylar sırasında zaman zaman size verilen görüntüler, müzikler, Kyon'un bazı şeyleri irdelemeye başlaması ve yaptığı yorumlar ile size muhteşem bir hikaye sunuluyor. Sevgi pıtırcığı olmanın bir anlamı olmasada hikaye içerisinde kadın gözünden erkeğin ve erkek gözünden kadının aşık olunan kişi kavramlarına dönüşmeside çok güzel aktarılıyor. Bazı bölümlerde ise karakterlerin geçmişleri incelenirken ve yapılan bazı hareketler sorgulanırken basılan melankoli sizi alıp bir anda yerde süründürebiliyor. Yani demek istediğim, son bölümünüde izleyip bitirdiğiniz zaman, arkanıza yaslanıp suratınızda bir gülümsemeyle, "vay be" dedirten, damakta tad bırakan ve hemen tekrar izleme isteği uyandıran bir anime.

Şimdi en az benim hatırladığım suzumiya haruhi'yi, kendim bir kere izledim, Burcu ile bir kere izledim, avşar ile yarı yarıya bir kere izledim, Batu ile başlayıp sonra Batu ve Burcu ile (evt burcu populasyonu çakışmalar yapmaya başladı) bir kere izledim. Sonra oturup tekrar kendim izledim, allahım lanet olsun bu kadar çok vaktim mi vardı benim be. Şimdi tekrar oturup izliycem.

Suzumiya Haruhi'yi bu kadar sevmeme sebep olan unsurlardan birisi ise tabi ki müzikleri. Çünkü sadece anime sırasında olan olaylarda arkada çalan şarkılar olmaktan öte, bir bölümünde en iyi iki şarkının, ana karakterler tarafında okul festivalinde çalınışıda gösteriliyor. Müziklerin muhteşem olması, söyleyenin Suzumiya olmasının yanında (gerçektende seslendiren kişi söylüyor şarkıları ve çıkarttığı single ilk günden tükeniyor, bkz. şehir efsaneleri) gördüğüm en gerçekçi enstrüman çalma animasyonları yer alıyor bu bölümde.

Öncelikle God Knows adlı şarkı geliyor. Suzumiya'nın bunny kostümüne hasta olmamak eldemi ey okuyucu (lar).


Hemen ardından Lost my Music adlı aşmış şarkının (ki hemen yanda müzik kutusunda tam versiyonu var okuyucu çekinme dinle, sizin için koyduk oraya) ufak bir kısmı geliyor.


Bonus olarakta fazla yetenekli ve hırslı bir abimizin, Lost My Music adlı şarkının tüm notalarını çıkartıp hem elektro gitar hemde bass gitar bölümlerini çaldığı bir video geliyor.


I lost I lost I lost you!
You’re making making my music!
I lost I lost I lost you!
Mou aenai no? No!

18 Mayıs 2007

What type of otaku are you?

Evet sevgili okur, açıkça söylemek istiyorum soruları cevaplarken kesinlikle en normal bulduğum cevapları vermiştim ama çıka çıka inatla bu sonuç çıktı. Ben buna bir şey demiyorum artık.


What type of anime otaku are you?


HENTAI OTAKU
Take this quiz!

Quizilla |
Join

| Make A Quiz | More Quizzes | Grab Code

02 Mayıs 2007

N.H.K. ni Youkoso!

Uzun bir süredir gene anime yazıları yazmadığımı farkederekten, eğlenceli bir şeyler bırakmak istedim buraya. N.H.K. no Youkoso ile ile ilgili uzun bir yazı yazmayı istiyorum. Bu arada siz, serinin muhteşem bölüm sonu şarkısına odaklanın, hem müzikal olarak hem de görüntüler bakımından ilk izlediğimde , ahahaha nidaları atarak 10 kere izlemiştim kendisini. Özellikle Ergo Proxy'i izlemiş olanlar için, bana nedense klibin başlangıcı o havayı yaşattı çok.

10 Nisan 2007

Beethoven 9. Senfoni

Günler süren aynı şarkıyı dinleme döngülerimden birisine daha girdim. Daha önce çok girdiğim bir döngüye tekrardan.

Evangelion Senfoni albümü. Beethoven 9. senfoni, ve ardından Pachalbel Canon in minor D. Tekrar, tekrar, tekrar, tekrar. Zaten muhteşem olmalarının yanında, Evangelion yüzünden bende daha derin etki bırakan iki parça.


Evangelion izlememiş olanlar için ne kadar anlamlı olur bilmiyorum yazdıklarım, izlemiş olanlar için ise spoiler vermemiş olduğum için sevinebilirim. Abi dur ben tam ortasındaydım Evangelion izliyordum, niye yazdın sen bunları diyen birisi çıkıcaksa aranızdan, aşağıda telefon numaram var, hatalıysam arayın (çok bakma aşağı yok bir şey).

Evangelion'da , dünyaya insanlığın sonunu getirmek için belli aralıklarla saldıran meleklerin ve bunlara karşı insanlığın tek savunması olan Eva adlı, tanrının imajı olan savaşçıların hikayesi anlatılırken, sonlara doğru bir bölüm çıkar. Zaten o ana kadar her bölümde psikopat bir aklın ürünü sahnelerle karşılaşırsınız.

Sonra bu bölüm gelir. Ana karakter olan Shinji, kendisinden ve hayattan ümidini kesmiş, kimseyi sevmeyen ve sevilmediğini düşünerek büyümüş bir karakterdir. Ve ilk defa son bölümlerde çıkıp gelen bir karakter karşısında kendisini çıplak gibi hisseder. İlk defa bu kadar güven duyar bu erkek çocuğa, ve aralarında neredeyse aşk denicek derecede bir yakınlık doğar.

Bu çocuk ise dünyanın sonunu getirmek için gönderilmiş son melektir. Milyonlarca insandan sadece biri Eva'ları hareket ettirebilecek beyne sahipken, bu çocuk üsse girer, içine bile girmeden uçarak Eva'lardan birini alır ve üssün merkezine inmeye başlar, üzerine verilmiş görevini yerine getirmek için.

Shinji bunu duyduğunda hemen göreve gönderilir. Gözlerinde yaşlar, çığlık çığlığa, Kaoru bir melek olamaz, Kaoru bir melek olamaz diye ağlarken, iki Eva dövüşmeye başlarlar ve arkada 9. senfoni çalmaya başlar. Bu senfoninin kanlı bir dövüş sahnesinde bu kadar iyi durabileceğini hiç düşünemezdim.

Devasa kütleler havada uçuşurken, göz yaşları arasında, dokuzuncu senfoninin eşliğinde, Shinji çığlıklar atar, neden, neden diyerek. Karou konuşur.

-Benim kaderim insanlığı yok etmek veya bu uğurda ölmek, sizinki ise hayatta kalmak. Ben hayatta kalanın siz olmanız gerektiğine inanıyorum, bunun için ise beni yoketmen gerekiyor Shinji. İkimizinde mutluluğu buna bağlı, seni tanıdığım için çok mutluyum, teşekkürler...

Ve dokuzuncu senfoni sonuna yaklaşırken, insanın aklında sözler kalır.

...Alle Menschen werden Brüder, Wo dein sanfter Flügel weilt...
(nazik kanatlarının aydınlattığı yerde, bütün insanlar kardeş olacak)

Bir de Death and Rebirth sonunda, bütün hikayeden bağımsızmış gibi, Shinji'yi görürüz, bir salonda, cello ile çalışırken. Sonra içeri girer diğer karakterlerde. Ve Canon in D minor çalmaya başlarlar, kanlı ve bunalım görüntüler eşliğinde.

ironiden anlamayan nesle aşina değilim.

Buyrun, ama maalesef alt yazlar ispanyolca, zaten müzik dinleyeceksiniz, alt yazıyı napıcaksınız ki, söylenmiş olmak için, gelmeyin bana bunlarla ya alla alla...

13 Mart 2007

xxxHolic

Efendim şimdi xxxHolic aslında bir süredir zaten var olan bir Manga. Hatta ve hatta kendisi bizim güzide şehrimiz Istanbul'da bile seçkin kitapevlerinde (nasıl nefret ettim bu sözden bir anda) bulunabiliyor (Robinson Cruseo'da ben iki cildini terbiyesizce oturup okudum evt). Clamp daha sonradan 2005 senesinde bir filmini yayınlamış. Ve nihayet 2006 senesinde de 24 bölümlük bir seri haline getirilmiş.

xxxHolic'de konu en temel haliyle Yuuko ve Watanuki Kimihiro adlı iki kişinin çevresinde dönüyor. Watanuki gördüğü ruhlar tarafından rahatsız edilen ve hayatı işkence haline gelen, ben diyim 16 siz diyin 15 yaşında (anne sen de 14 de), anime'de oynama yaşı gelmiş çatmış bir capon lise öğrencisi. Bir gün (bu bir gün anime'nin ilk bölümüne denk geliyor tabi), yolda gene bunlardan kaçarken kendisini şehrin ortasında muhteşem oryantal tasarımlı bir klubede buluyor. Kapılar açılıyor, ve koltukta tüm güzelliği ve seksapeliyle yatan Yuuko gencimizi selamlıyor. "Hiç bir şey rastlantı değildir, her şeyin bir amacı ve sebebi vardır, buraya geldiysen bunu istediğin için gelmişsindir" diyerek daha 5. dakikadan gencimizin beynini ambale ediyor.

Yuuko istenilen dilekleri gerçek yapan bir cadı (cadı denildiğinde nedense insanın kafasında çirkin bir görünüm beliriyor, alakası yok tabi, Yuuko'nun köpeği oluruz, canım ya). Hikaye Watanuki'nin Yuuko'nun yanında yarım zamanlı hizmetçi olarak işe başlaması ile birlikte gelişiyor.

Eski dedektiflik hikayeleri gibi, her bölümünde Watanuki'nin ya da gelen bir müşterinin başına gelenler çözülmeye çalışıyor. Bazen eski Japon efsanelerinde bahsi geçen konular açığa çıkartılıyor, bazen hayalat hikayeleri irdeleniyor. Her bölümde yaklaşık olarak dersvari bir şey vermeye çalıssa da bunu "Olacak O Kadar" modunda yapmadığı için göze batmıyor.

İzlemeye başlayınca ilk dikkat çeken çizimleri. Sıradan insan anatomisine sadık kalmak gibi bir niyetleri olmadığını ilk saniyede anlıyorsunuz. Burada herşey ince ve uzun. Ve her şey bir o kadar renkli. Tamam Watanuki normal bir öğrenci. Ama esas her bölümde Yuuko'yu görebilmek için can atıyor insan. Her bölümde giyilen muhteşem renkli ve egzantrik kıyafetler, kimonolar, ve aksesuarlar insanı deli ediyor. Şimdi farketmiş iseniz anlatım yavaş yavaş Yuuko üzerine dönmeye başlıyor ey okuyucu. Yuuko her bölümde giydiği zaman zaman şuh, muhteşem kıyafetler içinde, hiç bir şey umurunda olmayan havasıyla, özellikle de "Watanukiiiiii, Sakeeeeeeeeeeeeee" diyerek gözlerinin altı kızarmış haliyle bağırdığı zaman, ekrana girip mıncıklamak istiyorsunuz. Her zaman bu halinden bir anda çıkıp karizmatik ve güçlü karakter olmasını da biliyor tabi.

Ayrıca tv serisi içerisinde hikayelerine pek değinilmeyen, ama ister istemez hemen dikkatinizi çeken, Yuuko'nun dükkanında çalışan iki ufak kız var. Bunlar tamamen tasarım harikası. Kıyafetleri, saçları, konuşmaları, etrafta koşturmaları, insan aptal oluyor gördükçe, nasıl bu kadar şeker olabilirler diye. Bunları ben birebir istettim, evde besliycem artık, hemen Osman'ın yanında.

Sonuç olarak xxxHolic, oldukça neşeli bir anime. Ama sonunda hikaye sonuçlanmadığı ve bir çok açık nokta kaldığı için, yakın zamanda ikinci sezonu geleceğine inanıyorum. Bir bonus olarakta, bahsettiğim o iki küçük kızın, bir bölüm bitişindeki ufak bir kliplerini veriyorum size ey okuyucular (Anime içindeki çizimleri daha farklı).



Ve buyrun bunlarda renk cümbüşü ile kastettiklerimi daha iyi anlatabilmek amacıyla sizin için birebir markete gidip elcağızlarımla seçtiğim resimler.



01 Mart 2007

Yakitate

Evet sayın okur, bu haftaki anime incelememizde oldukça sıradışı bir anime ile çıkıyorum karşına (ne tarafına çıkıcam bilemedim okur). Yakitate, gene konsept bir anime. Konusu da hayatta derdini tasasını unutan bir gencimizin, Japonya'nın kendi adı ile bir ekmeği yok, neyimiz eksik diyerek, Japonya'ya özgü bir ekmek yapmak için yola çıkması gibi enteresan bir konu.

Şimdi daha ilk bölümden itibaren zaten garip bir anime olduğunu farkediyor insan. Tüm anime sadece ekmek çeşitleri üzerine kurulu. Ama öyle bizim kültürümüzdeki gibi bakkaldan alınan tek tip ekmek değil (aslında pastahanede poğaça çeşitlerinde bir artış farketmiyor değilim son zamanlarda). Her bölümde gerek zevkü sefa amaçlı, gerek yarışmada başarılı olmak için, birkaç farklı ekmek tipinin nasıl yapıldığı anlatılıyor.

İnsan ilk duyduğu zaman, aslında içten bir şekilde "ulan böyle anime'mi olur" diyor, (sen de dedin okur üst paragrafı okurken farkediyorum burdan). Ekmek ekmek nereye kadar. Ama öyle olsa buraya yazıyor olmazdım değil mi okur, sende hemen kanıyorsun bak. Bir kere Yakitate feci komik. Sadece salak espiriler değil, muhteşem kelime oyunları, surat ifadeleri ve özellikle ana karakterin yaptığı her ekmeği tadarken, karakterlerin zevkten kendinden geçişleri sırasında çizilen geçiş animasyonları.

Yarışma sırasında ana karakterimiz Azuma Kazuma'nın yaptığı Croissant'ı tadan direktörün, kendisini aya inerken görmesi, ve astronot kıyafeti içerisinde, elinde tuttuğu croissant ile poz verirken, "bu benim için küçük ama ekmek endüstrisi için büyük bir croissant" gibi bir cümle kurması, ya da daha önceden croissant yememiş olan Azuma'nın adı ilk geçince, " Kurowa-san kim?" gibi izlerken, "abi bu çok saçma, ama ben niye gülüyorum o zaman" gibi şeyler demenize sebep olan bir çok sahne var.

İkincisi ise biraz problematik bir özellik. Yakitate izlerken düzenli olarak acıktırıyor. 24 dakikalık bir bölümün yarısının ekmek yapmak, bunları tatmak ve ne kadar güzel oldukları üzerine konuşmak olduğunu düşününce sanırım çok saçma değil. Ama öyle böyle acıkmıyor insan, bu sebeple sağlık açısından yemek yerken izlemenizi tavsiye ederim.

Örneğin en son anime seansımızda, akşam yemeklerimizi yedikten sonra, Yakitate izlemeye başladık. Akşam yemeği üzerine, altışar poğaça ve beşer cezerye yedik Batu ile. Burcu gene minimal tüketmeyi başardı. Ama Batu'nun bile, "abi, sanırım biraz fazla yedik değil mi?" demesi özellikle bir iç sorgulamaya zorladı bizi. Gerçi "az bile yaptık o adi poğaçalara" şeklinde bir sonuca ulaştık ama olsun önemli olan niyet.

Yakitate 69 bölüm hala bitiremedim, ama bitirene kadar 5 kilo alacağımı öngörüyorum. Kafanızı dağıtmak için eğlenceli bir şeyler arıyorsanız, mutlaka izleyin. Önünüzde yemek varken izleyin, ekrana çok yakından bakmayın, annenizin sözünden çıkmayın falan.

08 Şubat 2007

Sasuke vs. Naruto

Biraz önce Naruto'nun son mangasını okudum, hem de ingilizce çevirisini bekleyemeden. Bir titreme sardı, önce evde kauçuk toplar gibi ordan oraya zıpladım, sonra dedim hastasın dur noluyo git otur yerine. Oturdum, ama duramadım, sonra mangadaki iki sayfalık resmi aldım buraya fıştırtınıvermek istedim bir anda. Bu bir an yaklaşık olarak 5 dakika falan sürdü tabi ama oldu. Narutosever kişilerin resmin üzerine tıklamasını tavsiye ediyorum pek tabi.


Bu bahaneyle haftaya Naruto'nun orijinal hikayeye dönüşünü de kutlamış olalım. Bir de Sasuke neden Naruto'dan daha karizmatik düzenli olarak, açalım artık çocuğun önünü ya.

05 Şubat 2007

Eureka Seven

Okur gözlerim doldu, yazıcam dememin üzerinden 213 gün geçmesine gerek kalmadan bir anime kritiği yazıyorum (yalan gözlerim falan dolmadı, ama burnum akıyor her ne kadar alakası yok gibi de görünse de, gerçi onu da göremiyosun). Eureka Seven yaklaşık 2 ay önce izleyip bitirdiğim 50 bölümlük bir seri. Özünde baktığınız zaman, biraz Evangelion, biraz RahXephon kopyası gibi duruyor. Ama ön yargı ile yaklaşmadan izlemek lazım, zira bu bahsettiğim serilerin üzerine düzgün mecha serisi yapmak hayli zor. Hikaye gelecekte geçiyor, gene değişime uğramış bir dünya var, gene insanların yabancı varlıklara karşı savaşmak için kullanmaya başladıkları mechalar var ve hikaye bu çatışma üzerine kurulu gibi gibi gelişiyor demek istiyorum ama tam olarak öyle değil.

Eureka Seven bir konsept serisi, yani bir tarz üzerine kurulmuş, aynen airgear'da ki roller blade ve uçma duygusu gibi, buradada dünyada atmosferde geçmişte olmuş bir kazadan sonra oluşan ışık parçacıkları üzerinde, insanların modern sörf tahtaları kullanarak uçmaları konu alınıyor. Çevrede bunu spor olarak yapan insanların yanında, mechalarda bu şekilde havada devasa sörf tahtaları üzerinde ilerliyorlar ve hatta savaşıyorlar, ve seri sırasında sık sık, savaş ve çatışmaların ortasında aslında insanların sadece bu özgürlük duygusunu korumak için belli şeylere göğüs gerdikleri tarzı güzel atmasyon mesajlar veriliyor.

Eee peki nesi güzel bunun? Bir kere çizimleri çok çok güzel, uzun bir süreden beri keskin hatlar ile çizilmiş olan animeler içerisinde en beğendiğim diyebilirim, mobil mecha tasarımları çok güzel, karakter tasarımları ve zaman zaman dialoglar çok güzel, hikayenin gelişiminin hiç sıkıcı bir havaya bürünmemesi güzel, iki ana karakter arasında ki aşk ve sevgi hikayesinin böyle allak bullak, cıvık bir hale getirilmeden aktarılması çok güzel (yar edermiyim sana Eureka'yı ey Renton, duy sesimi). İlk iki bölümünü izledikten sonra zaten, sonunu görmek istediğiniz bir anime olduğunu anlıyorsunuz.

Amma ve lakin, hikaye sonlarına doğru bir çok anime'de olduğu gibi bir duygu yoğunluğu altında, bir çok ipin ucu çok hızlıca bağlanmaya çalışılıyor. Öyle ki bitimine iki bölüm kala, kadim anime partneri Batu'ya dönerek, "abi ya, bu adamlar kesin bunun sonunu getiremeyecek bak, elimizde patlıycak" dememin ardından, ve Batu'nun da beni sıfır sallayarak, yüzünü bile çevirmeden "hı, hı" demesini takiben, son iki bölümüde izledikten sonra, "abi, bu kadar mı bitirilemez böyle bir anime ya" benzeri bir cümle kurmama sebep vermiştir kendisi. Batu gerçi gene beni sıfır sallayarak sadece "hı, hı" diyerek cevap vermiştir, ama kendisi bunun hemen ardından uyuduğu için kendisinin çoktan beyin shutdown prosesine girdiğini tahmin ediyorum.

Bu kadar mı bitirilemez dememe rağmen, sonu izlenmemesine sebep vermeyecek bir şekilde bitmiyor tabi ey okur, sadece daha güzel olabilirdi diye düşünmeden edememiştim ben, edemiyorum okur, tutamıyorum kendimi, tam 2 hafta bunu düşündüm her akşam yatakta.

Sonuç olarak, muhteşem zevk aldığım bir anime oldu kendisi, yüksek bir ihtimalle yakın bir gelecekte baştan sonra tekrar izleyecek kadar kendisinden haz aldım, bu yüzden fırsat bulursanız ve vaktiniz varsa mutlaka izleyin. (buraya gelip bu yazıyı okuyan kişilerin zaten fırsat ve vakitleri olduğunu tahmin ediyorum, kardeşim işiniz mi yok, gidin anime izleyin bari!).

22 Ocak 2007

Bleach - Back to Business, Naruto follows


Okur, ey okur, biraz da olsa anime sevgin varsa, bleach izlemişsen (ki o zaman otomatik manyağı olmuşsundur), Bleach geçen hafta filler hikayeleri bitirip nihayet orijinal hikayesine geri döndü. 110. bölüm itibariyle, hikaye kaldığı yerden devam ediyor.

Biz istanbul sokaklarında festival havasına girdik sayın okuyucu, her köşede şampanyalar patlatılıyor (paramız mı çok nedir?), herkes beraber şarkı söylüyor (sanırım japonca evt), dünya genelinde bleach severler arasında tam bir bayram havası yaşanıyor, insanlar el öpüp para falan bile istemeye başladılar, konsept tamamen karıştı.

Gelsin hollow ichigo, gelsin Zangetsu, gelsin moonfang slices the moon, hepsi gelsin ulan, 1 yıldır bunu bekliyorum.

Ayrıca bu muhteşem haber üzerine, Naruto' da 2 yıl gibi öküz vari bir aradan sonra, Şubat ayınca nihayet filler'ları bitirip ana hikayeye geri dönüyor, ve Manga'da ki part 2'dan devam edicek, bunun içinde kutlamaları bilahare yapıcaz.

05 Ocak 2007

ergo proxy v2- mesihin güncesi

Ergo Proxy'i hafta sonu gece 3 itibariyle bitirdim. Tadı damağımda kaldı. son iki bölümünü ertesi gün tekrar izledim. Bitiminden sonra gene onlarca düşünce kafamda bir o köşeden bir bu köşeye koşturup durdular (köşeli bir kafam var). Sonra son iki bölümden önce izlediğim ve o sırada çok anlamsız gelen bazı sahneler, son bölüm ardından kazandıkları yeni anlamlar ile hızla gözümün önünden geçmeye başladılar (sahneler yeterince hızlı geçtikleri zaman ki bu saniyede 25 sahneye denk geliyor, hareketliymiş gibi oluyor ?!?).
Çok güzel, mümkün bir zaman diliminde oturulup tekrardan izlemek gerekiyor.
Bir de Re-l Mayer çok güzel, ama çok güzel.

07 Aralık 2006

ergo proxy


Efendim Ergo Proxy nedir? Ergo Proxy 2006 senesi çıkışlı bir animedir. Öncelikle kendisi şok güzel çizimleri ile göz doldurmaktadır. Ayrıca çok sıradan gibi görünen bir konu ile giriş yapmaktadır ama bölümleri izledikçe aslında bu sıradan konunun çok farklı işlendiğini gözler önüne sermektedir.

Hikayemiz insan icadı yapay bir şehirde başlıyor. Androidler ile insanlar bu şehirde beraber yaşıyorlar ve şehri beraber yönetiyorlar. Fakat bunlardan bağımsız olarak, ne olduğu bilinmeyen 3. bir varlık mevcut, adı proxy olan bu varlık ise, kontrolden çıkarak şehirde katliam yaratmaya başlıyor. Genel konumuz bu proxy'nin aslında ne olduğu üzerine kurulu.

Anime'in en enteresan yönlerinden birisi, hikaye içerisinde her türlü ismin, kavramın, bir şekilde ünlü filozoflar, felsefe tanımları, sanatsal akımlar, ünlü sanatçılar, bilimsel kavramlar ile ilişkilendirilmesi. Her bölümün sonundada, çevirmen kişinin kendi çabası ile yaptığı açıklama bölümü yer alıyor. Burada bölüm içerisinde karşılaşılan terimlerin, aslında nereden geldiği anlatılıyor.

Şimdi demek istediğim, bunu sarhoş izlemeyin. Ben, dün batu ile bunun 12 bölümünü izledim. Bir yerden sonra insanın kafası güzel olunca, kendisini felsefi veya bilimsel bir tartışmanın ortasında buluyor. Sinapsların yapısı ile zeka arasındaki ilişki, varoluşçuluk, düşünüyorsam varım, benim algıladıklarım algılandıkları için varlar, bunlar arasındaki farklar gibi muhabbetlere giriyormuş insan.

Ne diyosun be, kafan güzel, yatalım aşşağı hadi, diyerek bir felsefi anime seansını daha bu şekilde sonlandırdık.

Konu özeti olarak, ergo proxy çok başarılı bir anime, izleyin, çok içmeyin, bölüm sonunda felsefi yorum yapanların kafasına dvd-rom u itina ile ekleyin. Ayrıca ana karakter muhteşem güzel, anneme söyledim bana da alıcak bir tane.