nostalji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
nostalji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Haziran 2008

Yağmur Damlaları

Hayatı sorgulamak için oldukça güzel bir gündü. Gökyüzü her an patlayacakmış gibi görünen dolgun gri bulutlarla kaplıydı. Rüzgar çoğunlukla sessiz durmasına rağmen, zaman zaman yerden bir kaç parça yaprağı kaldırıp, bir kaç kez heyecanla havada savurduktan sonra çabuk sıkılan çocuklar gibi kendi hallerine bırakıyordu.

Şehrin oldukça kalabalık bir mahallesinde, yüksek binaların çevirdiği bir bulvarda, park hala direniyordu çevresindeki yapılara. Kendisini çevreleyen yolların tam ortasında, cömertçe serpiştirilmiş rengarenk ağaçlarıyla, beyaz üzerine kırmızı harflerle yazılmış "çimlere basmayınız" tabelalarıyla, çiçek öbekleri ve yeşile boyanmış tahtadan banklarıyla eski resimlerden fırlamış gibi görünüyordu.

Genç bir adam yavaşça tahta banklardan birisine yöneldi parkın içinden yürüyerek. Büyük bir ağacın karşısını uygun gördü kendisi için, yavaşça ceketini çıkartıp yanına koydu oturmadan önce. Cebinden bir parça gazete kağıdına sarılmış bir simit çıkardı. Ayaklarını hafifçe uzatırken simitini parçalamaya başladı yavaş hareketlerle. Acelesi yoktu bugün, sadece kendisine ayıracaktı zamanını. Ufak bir rüzgar suratını okşarken ilk parçayı ağzına attı. Bir kaç güvercin kendilerini genç adamın huzuruna çıkarttılar hiç gecikmeden, yere düşen parçaların çevresinde dans ederek. Huzur diye düşündü, böyle bir şey mi acaba?

Çevresini inceliyordu bir yandan da, önce önünde duran ağacı süzdü baştan aşağıya. "yapraklarını sayabilir miyim acaba?", hemen vazgeçti bu fikrinden. Sonra parkın kalanına göz gezdirdi yavaşça. Her biri ayrı bir hikaye taşıyan başka onlarca insan gördü, bir uçtan bir uca koşturan.

Yavaşça kafasını sola, yolun karşısına doğru çevirdi genç adam. Arabaların arasından binaları ve kaldırımı süzmeye başladı. İşlerine koşturan onlarca insan, çantasına dolanan şemsiyesini kurtarmaya çalışan bir adam, yavaşça yolun kenarında ilerleyen bir bisikletli, alışveriş torbaları ile yavaş ama emin adımlarla yürüyen yaşlı bir kadın ve birden tüm bunların arasında beyaz bir kağıda dökülen mürekkep lekesi gibi gözüne çarptı kaldırımın ortasında duran ufak bir çocuk.

Ufak elleri yumruk halinde iki yanına açılmış, büyük gözleriyle boşluğa doğru bakıyordu çocuk. Üzerinde beyaz bir elbise, ayakları çıplak öylece duruyordu kaldırımın ortasında, yanından geçen insanlara aldırmadan, nereye baktığını bilmeden.

Genç adam ürperdiğini hissetti bir anda. Daha dikkatli bakmaya başladı küçük çocuğa, önünden geçen insanlara aldırmadan. Sanki bir tabloda hatayı bulun oyunu gibiydi karşısındaki sahne. Yavaşça yerinden yükseldi genç adam, kalan simiti gazete kağıdına sardı ve ceketinin cebine koydu. Çocuğa doğru yürümeye başladı hızlı adımlarla. Caddeyi geçti iki adımda, kaldırıma çıktı, nerdeyse kalın deri çantalı bir adama çarpıyordu. Tam çocuğun karşısında duruyordu ne yaptığını farkettiğinde.
"Merhaba ufaklık" dedi yavaşça.
Bir rüyadan uyanmış gibi gözlerini kırpıştırdı çocuk. Yavaşça kafasını kaldırdı ve genç adamın gözlerine baktı.
"Merhaba" dedi kısık bir sesle, kelimeler havada kayboluverdiler anında.
"Ne yapıyorsun burda, kaldırımın ortasında durarak? Gidecek bir yerin yok mu; nerde yaşıyorsun bakalım?"
Yüzünde ufak bir suçluluk duygusu çöktü çocuğun. "Evim yok" dedi sadece.
"Adın ne senin?" dedi genç adam ses tonu merakla birlikte güçlenerek.
Bir süre düşündü çocuk tekrar orda olmayan bir şeylere bakarak.
"Ben... hatırlamıyorum" dedi sessizce. Kafasını kaldırdı ve tekrar baktı genç adama o büyük siyah gözleriyle.

Genç adam irkildi gözlerine bakarken. Derin bir karanlık çöktü üzerine. Gözlerin içinde sonsuzluğa bakarken buldu kendisini. Başlangıçta her şey karanlık ve sessizdi, sonra ışıkları gördü havada uçuşan hayatında asla farketmediği renklerde. Melodiler uçuşmaya başladı kafasının içinde, hiç duymadığı notalarla bezenmiş. Yıldızları izledi, birer birer yerlerine koyulup parlamaya başlarlarken, altı günü saydı tek tek dünyanın yaratılışıyla, yedinci günü gördü çocuğun mutluluk gülücükleri ile kaplanmış, 7 katını gördü gökyüzünün, milyonlarca ufak ışık demetini seyretti uçuşurlarken, sıcaklığı duydu teninde alevlerle kaplı diyarları izlerken, yaşamları saydı tek tek her biri farklı, ihanetlerini gördü, sırt çevirişlerini, günahlarını ve gözyaşlarını her birinin yarattığı. Kendisini gördü en sonunda sonsuzluğa bakarken. Bir ses duydu herşeyin ötesinde.
"Hatırlamıyorum" diye tekrarladı çocuk, boş bakışlar belirdi yüzünde.
Genç adam tekrar baktı o gözlere uzun uzun ve derin bir iç çekti. Elini uzattı yavaşça.
"Benimle gelir misin? Bir yere ait olmak ister misin? Biraz çay, bir parça simit umarım şimdilik yeter" dedi gülümseyerek.
Çocuk sessizce kaldırdı gözlerini genç adama bakmak için. Suçluluk duygusu kayboldu yavaşça yüzünden, ufak bir gülümseme belirdi o büyük gözlerinin altında. Bir damla gözyaşı yavaşça akmaya başladı yanağından aşağıya. Elini kaldırdı çocuk, ve sıkıca tuttu genç adamın elini.
"Olur" dedi çocuk ağzından gülücükler saçarak. Gözyaşı yanağından aşağıya düştü sessizce, aniden beliren yağmur damlalarıyla birlikte. Başını kaldırıp havaya baktı genç adam gülümseyerek, yüzünde damlaların serinliğiyle.
"Haydi gidelim daha çok yolumuz var..." Ve yürümeye başladılar yoldan aşağıya, arkalarında çiçeklerden bir yol ve milyonlarca gözyaşıyla birlikte.

16 Şubat 2007

geçmiş zaman olur ki v.0.02

Evet sayın okur, geçmiş zaman olurki'nin bu bölümünde, 2001 yılına dönüyoruz. Üniversite 2 zamanları amaçsız bir anımda yazılan bir yazı.

Alkole Övgü

Her şey çocukluğumda başladı. Aynen başka birçok şeyin başladığı gibi. Aile dostlarıyla gidilen bir lokantada masumane bir akşam yemeğindeydik. Yanlış hatırlamıyorsam ki yanlış hatırlıyorum, 11 yaşındaydım. Her zamanki gibi içi yanan minik ben, önünde duran sürahinin boyutunun neden öyle ufak olduğunu sorgulamadan, ve içindekilerden habersizce bardağımı ağzına kadar doldurmuştum. Sonra içeceğim suyun ferahlığının hayaliyle ağzıma koccaman bir yudum alıp yuttum. Kolonyadan sonra, alkolle ikinci tanışmam böyle oldu. Mideme inen rakının acılığı, bana bakıp gülen yüzlerin arasında yerini önce kızarıklığa sonrada mayhoşluğa bıraktı. 2 dakika sonra ise saf saf gülmeye başlamıştım bile.

Sonraki yıllar sessizce geçti o saf gülüşün önderliğinde, lise yıllarına geldik ve abim bana, söylediği o özlü sözlerden en çok aklımda kalanını söyledi. "Murat, İstanbul Erkek'te liseye gelip çiçeğe içmeye gitmeyene adam denmez". Abimi kıramazdım . O yüzden orta 3 çiçek seferleri başladı. Önce bira patatesler, sonra artan bira sayıları, sonra şarap sefaları, sonrasında rakı sofraları derken, abime layık bir kardeş olmada önemli adımlar atmıştım. Artık her cuma, vakit buldukçada cumartesileri alkol günüydü.

İhtiyaç duyulduğundan değil, ama paylaşma isteğinden, nereye kadar içebilirim merakından, bunları karıştırınca ne olur suallerine cevap aramaktan.
Sonra üniversite geldi. Yurt odamıza ilk aldığımız bir kasa "in efes we trust" oldu. Yeni insanlarla tanışıldı universitede, en iyi zaman geçirme aracı olarak gene alkol kullanıldı. Artık insanlar birbirlerini, aldıkları alkole göre yargılamaya başlamışlardı. Biranın artık meyve suyu yerine geçtiği dönemlere gelinildi. Boşalan kutularla yerlere isimler, sonrasında cümleler yazılmaya başlandı. Bir dönem geldi, şeytana uyuldu, yarım yıl alkol alınmadı, sonra ise tünelin sonundaki ışık göründü tekrar tüm parlaklığıyla, bir arjantin bardağı şeklinde. Fişne şaraplarından başlayıp, efes dark'ın koyuluğunda hayatın anlamı, vodka da kolonyadan farklı yanları arandı. Komünlerin buluşmasını sağlayan, bu kadar çok kişinin muhabbet etmesine, saatleri yemesine, hayatlarına renk katmasına yardımcı olan bir şey nasıl kötü olarak nitelendirilebilirdiki? Ben de nitelendirmedim o yüzden.

-Bodur, abi bir şeyler yapalım?
-İçelim?
-E, onu kastetmiştim bende.

Her şey bir parça daha eğlence için değil mi? Bazı şeyleri unutmak, bazen kontrolünü kaybetmek, başın dönünce gülmek ve kafanı çevirip bir arkadaşını görmek saf saf gülen. Belki de yalnızlıktan korkmak, kalabalık içinde.
Obsesifmiyim? Sanırım evet. Ama kesinlikle alkolik değilim.
Evet, ben alkolik değilim.
Ben...
değilim...

07 Şubat 2007

Tütsü, nostalji kokusu

Grip olmuş bir şekilde, sabah 8 de uyanmış olmanın verdiği ızdırapla biricik notbukumun önünde otururken birden bire burnuma tütsü kokusu geldi. Böyle renkli renkli olanlarından masanın yanına koyup yakıp, yanışını izlerken koklayıp durduklarınızdan.

En son 96~97 yıllarında, evde bilgisayar başında, irc'de salak saçma geyikler yaparken (bi irc vardı ne oldu ona ya?), kahve çay yanında müzik dinleyip tütsü yakardım, niye bilmiyorum ama hayatımın bir dönemi öyle geçmiş. Hayır o 2-3 aylık dönem sonrasında bir daha da yakmadım.

Şimdi o koku gelince burnuma 15 yaşına döndüm bir anda, o zaman dinlediğim müzikler, o zaman yaptığım muhabbetler, hayatım, vesaire.

Hayır o değil de, evde bir şey mi yanıyor acaba, nerden geldi şimdi bu koku...

22 Ocak 2007

D20 Sallasak

Dün çok uzun zaman sonra tekrar frp oynadık. Ender'in evinde oynamış olmamızda ayrı bir nostalji kattı olaya. Eskiden olduğu gibi eve giden yolu da yürüyerek gittim, sanki 8-9 sene önceki gibi geldi herşey, aynı yol, aynı ev, aynı insanlar.

(ama nasıl yalan, her şey değişik aslında, Ender evli, Cenk göbekli, Erdem hmm o da göbekli, Batu bilemiyorum, Batu 8 sene öncekinden farklı değil sanırım, ben süperim (evt "süperim" herhangi bir değişiklik açıklaması değil, ama blog benim istediğimi yazarım, ayrıca eskidende süperdim, überim hatta))
(parantez açıp kapadıkça kendimi kod yazıyormuş gibi hissettim, hey gidi geçmiş yıllar)
(bir de yazı baya bir anlamsızlaştı gibi hissediyorum sanki, beni hep bu parantezler yaktı. Bu parantezi de inadına kapatmıycam okurken kıl olun.

Eskiden olduğu gibi aynı, toplamda 2 saat ancak oynayabildik, kalan zaman, çay, kahve, cips, dürüm, müzik, ve bilumum saçma ve komik geyiklerle geçti.

...değerli item arayışında ki oyuncu:
-bu yüzüktende daha değerli bir şeyiniz var mı bana göstermediğiniz?
-götüm var götüm

...roleplaying ızdırabı, npc'ye yaranmaya çalışan oyuncu
-büyük büyük büyük babamı beyaz ejderha, şatosunda yemişti.
-aaa ne tesadüf benim ki de aynı sebepten ölmüştü!?!?
-!?!?! acımla dalgamı geçiyorsunuz, hemen çıkın evimden...
-ama biz çelenkte getirmiştik

...cimri büyücü
-circle of death atıcam, yok yok atmıyim, atsammı ki, yok yok atmıyim...

...bazı büyülerin gerçek amaçları
-abi blink büyüsünde, %50 bu dünyada, %50 başka boyutta oluyorsun, böyle hayalet gibi
-kafan güzel oluyor yani??

O değil de, hani bizim bi 20lik zar vardı o noldu?

11 Aralık 2006

geçmiş zaman olur ki v.0.01

Geçmiş zaman olur kinin bu bölümünde 2002 senesi sonbaharına bakıyoruz. Bunalım bir döneme paralel üretkenlik artışının notepad'e izdüşümü.

Lost

I feel so empty inside
with a shell shielding the light
with empty eyes, unnatural sight
where are my tears, hopes gone dark,
am I still feeling? or am I already lost
voices I hear, and whispers I dream
guiding me home, where my eyes lie.