etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ağustos 2008

I sense much fear in you...

Melbournde'deki ilk işimde 3. ayımı doldurmak üzereyken, performans değerlendirmesi toplantısının hemen öncesindeki haftasonunda, kendim ile yaptığım müzakereler sonucunda (bunu şu anda yazıyorum ama hakkaten yazarken bu laf nasıl kullanılır, nasıl yazılır en ufak fikrim yok, neyse, olsa da yazdım olmasa da), işim ile bazı kararlar verdim.

Tabi şimdi bu kendi ile müzakere kısmnı şöyle oluyor, ben Crysis oynuyorum, çok pis koreli dövüyorum, tutuyorum ümüğünü sıkıyorum, kucağına roket, ensesine tokat atıyorum, yeri geliyor uzaylısı ile haşır neşir oluyorum, yeri geliyor insanlığı kurtarıyorum, bu esnada hep kafamda "ya o değil de bu işin bana harbiden bir getirisi var mı, neyse dur iki roket daha atayım" şeklinde sorgulamalar yapıyorum. Bir elim cipste, bir elim kahve de, bir elim mouse'da (evet üç elim var, bana mantık hatalarıyla gelme okur).

Uzun uzun düşündükten sonra (yukarıdaki paragraftan gördünüz ne kadar uzun bir düşünce sürecim var), bu işin bana göre olmadığını farkettim, gerek getirilerinin düşüklüğü, gerek saygınlığı açısından (fazlayım ulan bu şirkete ben).

Geçen hafta patronum ile ikinci catch up toplantım vardı. Amacı temel olarak performans değerlendirmesi. Patron aldı beni çok şık bir cafe'ye götürdü görüşme için. Tabi yol boyunca benim kafamdan, acaba ayrılıcam desem saat kaçta evde olurum geçiyor, ocakta yemek bıraktım da.

Patron çok güzel girdi muhabbete tabi, herkesden duyduğu çok pozitif yorumlardan ve performansımın, adaptasyonumun ne kadar yüksek olduğundan tutup, kendimi şirketin geleceği açısından hangi yönde geliştirmem gerektiğine, 6 ay sonunda planlanan maaş artışını şimdi yapmaya karar verdiklerine (yaptığın da bir şey olsa be, en fazla bir six-pack daha alabilicem ayda onla) götürürken muhabbeti, sanırım benim yüzümde boş bir bakış görmüş olmalı ki, sen ne düşünüyorsun Murat dedi. Bu da tam, sevişme sonrası, ne düşünüyorsun gibi bi soru. Ya bırak ya, bırak uyuycam ben, diyemedim mekan ve zaman tersliğinden dolayı.

"Benim açıkçası kafamda bazı yeni düşünceler oluştu, ve burada çalışmak ile ilgili tereddütlerim var artık."

Bunun üzerine tabi bir dakikalık bir sessizlik oldu. Ben bu süre boyunca patronun suratının değişmesini, bana enteresan duygularla bakışını izledim. Sonuç olarak bana oldukça değerli bazı fikirler sundu (harbiden, sonuçta adamın hayat deneyimi var, neyse). Hayır kahve de bir güzel, bir güzel.

Patron - So Murat, you have to decide on what you really want (sanırım iş ile ilgili).
Ben - One more coffee (olmadı)?

Ama muhabbetin en alıcı noktası ise şuydu (anlam bütünlüğü açısından ingilizce yazıyorum sayın okuyucu):

P- Murat, do you know Star Wars?
B- Well, sure, I am a star wars freak actually...
P- You are very much like, Anakin Skywalker. You are smart, and gifted, you have great abilities, but you are arrogant and you lack patience. First you have to earn the respect to be like Obi Wan.

Bunun üzerine aklımdan geçen tek şey ise şuydu:
"Oha, dark side geliyor".
Benim ister istemez, patronun bana anlamlı ders verme amacının dışında, suratımda aptal bir gülümseme oluştu, ve tüm muhabbet ciddiyetini tamamen kaybederek beni hayal dünyasına sürükledi.

- Ehe, ehehe, ehe, tüm jedi'ları öldürsem mi ki, ehehe, ehe ehe, vznnnnn vzzznnnnnn..

Sonuç olarak ben geçen hafta itibari ile istifamı verdim, yeni ufuklara yelken açmak için, ama gelin görün ki 1.5 hafta oldu ben hala ofisteyim ve iş yapıyorum, istifa etmeyi bile beceremiyorum, en azından kahve beleş.

11 Şubat 2008

Dünyanın güney doğu bölgesi

Bu aralar Prag ilgili çok şey yazmadığımı farkettim (genel olarak zaten bir şey yazmıyorum diyenleriniz olabilir, ama bu Prag ile de ilgili bir şeyler yazmamış olduğum gerçeğini değiştirmiyor...sanırım).

Prag şehri iyi, selamı var, hepinizin ellerinden öpüyor, küçüklerin gözlerine parmak sokuyor, gençlere eşşek şakaları yapıyor. Bunun haricinde Prag şehri benim için miladını doldurdu bile. Aralık ayı itibariyle, Avustralya süresiz vizemi almış olmam ile beraber, istifamı verdim. Önce kabul etmediler tabi, Murat'ım (Bodur'um? iş yerinde tabi hala bir ciddiyet hakim), kardeşim yapma etme, bizi sensiz bırakma, dört bin çalışan kahrolur burada dediler. Bir düşünüyim, düşünürken bana bir cheesecake getirir misiniz, kızım sen de bana sütlü bir kahve koy dedim. Düşündüm çok düşündüm, ama 4 dakika sonra cheesecake bitti. Bir de yanına fıstık sarma istedim, düşünmekten kan şekerim düştü dedim. Ney? demeleri üzerine, Çek kültürünün tatlı anlayışlarının kıtlığı farkettim. Pistachio rolls? ... You know, green, nuts, godly taste, unhealthy?
Eeaaah dedim, sinirlerim bozuldu, fırlattım istifayı suratlarına (şimdi istifa tek kağıt aslında, o yüzden mantık dahilinde tek kişinin suratına fırlatabiliyorum, ama böyle bir durumu öngörüp 100 tane fotokopisini çekmiştim, düz fotokopi tabi, renkli yok bizim ofiste).

Mart sonu itibariyle Prag'a güle güle diyorum. Nisan ayı içinde Melbourne için uçak biletimi bile aldım, şakası kalmadı cidden.

Ayrıca Avustralya hayatımda gördüğüm en çirkin vizeye sahip. Bir kere pembe renkli, ikincisi vizede resmi bir belge olduğuna dair yanar döner hiç bir şey bulunmuyor. Üstüne üstlük bir de vize bu demeyip bir sürü şey yazmışlar. Initial entry, indefinite gibi güzel şeylerin yanında, vizenin tam ortasında çok bomba bir şey yazıyor.
"Not Marry before first entry"

Evet adamlar bunu ciddi olarak vizenin üzerine yazmışlar. 10 kutsal emir gibi.

"Not Marry before first entry"
"Not lie before first entry"
"Not Steal before first entry"
"Not drink cold water with a high body heat, in case you still didn't make your first entry"
"Go to bed early, get a good sleep, if you still didn't cross the damn border"
"Not expect me to write 10 commandments, I am out of ideas"

Oysa ben düğün salonumu bile ayarlamıştım, Avustralya'ya göç etmeyi planlayan tüm arkadaşlarımı da evlenme sırasına dizmiştim.

22 Eylül 2007

Ofis mofis

Güzel bir cumartesi gününde daha seninle ofiste beraberim sayın okuyucu. Enteresan bir cuma gecesinin ardından sabah yataktan fırlayarak ofise gelmek pek eğlenceli değil açıkçası, hayır iş yaptığım da yok, ama yeni versiyonun canlıya alınması sebebiyle burda olmamız gerekiyormuş. Hani bir şeyler ters gidebilir diye.

Açıkçası söylüyorum bir şeyler ters giderse, saniyesinde panik yapıp bağırmaya başlarım. Sonra koridorun başından başlarım koşturmaya ellerimi sağa sola sallayarak, aynı anda bas bariton bir şekilde böğürerek, koridorun sonuna doğru gelince de direkt kafamı mutfaktaki dolaplardan birine koyup, geri sekerek yere düşer bayılırım, mümkün mertebe burnumdan kan akıtarak. Budur. Daha fazlasını beklemesinler benden, cumartesileri ancak bu kadar.

Birazdan Guild Wars açmayı planlıyorum duruma göre.

Ayrıca buralar gene bir coştu okuyucu. Hava son derece şeker, güneşli, öğleden sonra kendimi parka vermeyi planlıyorum tekrar. Herkes bir açıldı saçıldı, iki dakika güneş gördükleri anda mod değiştiriyorlar. Gerçi hava soğukken de pek bir kapandıkları yok bu çocukların.

Prag'daki hayatımın özeti:

Bu yeni bardak tutucu dizaynımızda, hem görselliğe hem de kullanıma özen gösterdik. Adidas havasındaki tasarım, siyah üzerine vurucu açık mavi çizgiler, bir yanında yazan İmparator yazısı ve Bundesrepublik Deutschland damgası ile kendine güvenen genç kesimin stil arayışına cevap verirken, iç bölümünde kullanılan sıvı nitrojen tüpleri, wireless termostatı ile de teknolojide hep bir adım önde olduğunu böğürüyor suratımıza. Her daim buz gibi biranızı bitirdikten sonra, dilerseniz ayağınıza geçirdiğiniz bu bardak tutucusu yakında sitede satışa sunulacaktır.

(Dip not: ayağa geçirme konusu espiri amaçlı yapılmıştır, denemeyiniz, testlerimizde ayağa geçirilen hiç bir bardak tutucu donma sebebiyle geri çıkartılamamıştır, ve deneklerin ayakları bileklerden kesilmek zorunda kalınmıştır!)

Geçen hafta cuma günü gene bir canlıya alınma sebebiyle sabah 5'te uyanarak evden çalışmam gerekti. O saatte kalkmışım zaten kafam bir dünya, ardışıl kahve shot yapıp duruyorum, kahvaltı namına önümde yandan yemiş bir kurabiye, anlamsız kod parçalarına bakıp otururken, birden komşumun evinde radyo açıldı. Sonra Tarkan çalmaya başladı, ev ahalisinin konuşmaları arasında. Bir an gerçekten mavi ekran yedim. Nerdeyim lan ben, ne oluyor burası neresi, Mecidiyeköy'de miyim acaba suallerine cevap ararken sonra şarkı değişti. Arkasından bir Kenan Doğulu şarkısı falan gelse sanırım orda kafayı masaya vururdum. Bu arada bu yazının içeriğinden sanki ben kaçış anlarında kafamı duvara vuruyorum gibi bir şey çıkıyor, yok arkadaşım öyle bir şey, ne alakası var, gelmeyin üzerime, DANKKK..., ah....

11 Haziran 2007

Praha 101

Buraya taşınalı tam 10 gün oldu ey blog. Şimdi ne yazsam nereden başlasam diye de düşünüyorum ama her şeyi anlatıcam diye hırs yapmamak lazım. Hayatta hırs kişisel gelişime katkı yapıyor olmasının yanında, hayattan zevk alma ve ergenliğe ulaşmanında önünde büyük bir engeldir. Bunun bir iki kıçı kırık anı anlatmak ile ilişkisini şu anda kurmaya çalışmanında bir lüzumu yok sevgili okur, rasyonel bir insan olamadım bir türlü, beni hep bu anime'ler yaktı.

Şimdi geleli ben neleri farkettim, birincisi burada süper pub rush yapılıyor. Güzel bir iki caddesini bulduğun zaman, başlıyorsun caddeden yürümeye, her sokak girişinde bir pub var zaten. Oturup bir bira içiyorsun paşa paşa, muhabbet falan filan, sonra kalkıp bir sonraki sokak girişindekinde bir bira daha içiyorsun böyle böyle süper güzellikte publara gire çıka bir geceyi bitirebiliyor insan sıkılmadan.

Önceki paragrafta birincisi dediğim için şimdi ikincisi demem gerekiyor sanırım ama ben daha ikincinin ne olduğuna karar veremedim. İkincisi (ahaha buldum, neyse...) burada insanlar çok kötü giyiniyorlar, yani tamam hiç bir yerde herkes muhteşem giyinmek durumunda ya da zorunda değil ama burada gerçekten kötü kesimin boyutu yüksek.

Üçünsü (evet yürüyorum şu anda liste modunda, durucak gibi değilim) şimdiye kadar girip çıktığım club'larda çalan müzikler dehşet kötü. Yani bazıları için güzeldir mutlaka o kadar dolu olduklarına göre ama benim alıştığım taksimdeki zıp zıp mekan müziklerinden çok uzak, neyse buralarda da alkolün ucuzluğu durumu kurtarıyor (evet kızların güzelliğide var tabi).

Şehrin içerisinde dolaşmak mimari güzellik dolayısı ile çok eğlenceli, her sokak dönüşünde muhteşem binalar gördükçe insanın keyfi yerine geliyor. Bu aralar yeni eve çıkma uğraşlarımız sürmekte, umarım halledebilir de yeni eve çıkarsak çevresini ve kendisini buraya Praha 101 - a nonprofessional introduction to prague dersimizde video eşliğinde aktarıcam.



Burada o köprünün altından çok sular geçti adlı çalışmayı görebilirsiniz. Bu resmi şimdi bu yazıya niye koydum en ufak fikrim yok ama neyse işte resim, bakmadan geçmeyin.

Geçen hafta pazartesi işe başladım. Ofis şehrin tam merkezinde ve olabilecek en güzel yerinde. Tarihi bir binanın 5 katını almış durumdalar. Şimdilik türk güruh haricinde fazla insanla geyik moduna girmedim, ama özellikle ofis içerisinde bulunan bilardo ve pin pon masaları beni çalışma aşkıyla yanıp tutuşturuyor. Ofisten çıkasım gelmiyor, bıraksalar 10 saat pin pon oynayabilirim, allahtan kimse bırakmaya niyetli gibi değil, yani kimsenin gelip de iş yapsana demesi durumu yok, ama genelde pin pon masasının başında sıra oluyor, yakın gelecekte stratejik adımlarla rakipleri egale etmek için yeni yöntemler bulmam lazım, ya da her geleni bıçaklayadabilirim, artık duruma göre. Ha onun dışında evet, belki bir ara gerçekten iş de yapmaya başlayabilirim, bilemiyorum.

Bu haftasonu Letna parkına gittik ve rollerblade kiraladık. Şimdi ben bir dönem baya buz pateni kaymıştım, vücut bu genlerine işliyor, tekrardan alışması çok kolay bir kere öğrendikten sonra, gibi laflar söyleyenleri itina ile dövebilirim mesela, varsa aranızda söylemek isteyen bana özel mesaj atabilir. Yani nasıl efsane düşüşler yaptığımı ben biliyorum, her şekilde Kuzey benden daha başarılıydı düşme konusunda, ama gerçekten korkutucu bir şey, ayakta dururken aslında bulunduğunuz duruyor olma gerçekliğinin aslında bir hayal ürünü olduğu ve her an yere paralel duruma geçebileceğinizi hatta ve hatta daha da korkuncu yere paralel bile olmayıp yere saçma açılar ile duruyo olup sonra yeri öpmeye çalışabileceğiniz bilmek gerçekten çok korkutucu. İki kere enteresan açılar ile yeri öptükten sonra ufaktan alışmaya başladım aslında. Tabi ki kaymaya değil, yeri öpmeye. Ayrıca buradan ben acemi bir şekilde kayarken yanımdan vız vız şeklinde geçen 5 yaş grubu veletlere, onlardan ne kadar nefret ettiğimide bildirmek istiyorum. Hemen aşağıda benim o kadar düşüp kalkmadan sonra nefesimi toplamaya çalışırkenki, adamım bak aslında ben süper profesyonel ve çılgın bir patenciyim, duruşumun olduğu fotoyu görebilirsiniz. (duruş değil aslında, duramıyorum o yüzden oturmuşum)

Evet manzarada fena değil hani. (Tıkla çocuğum resme büyük haliyle bak)

Prag'daki yemekler, güncel sanat akımları, toplumun politik görüşleri ve katılımcı psikolojileri, ekonomik seviyelerin dağılımı, neden bu kadar çok deli, fakir ve sakat olduğuna dair görüşlerimin, pie chart'lar ve referanslar ile anlatımı için burayı takip etmeniz yeterli. Power point ve ders notlarını sayfama koyucağımı sanmayın, başkalarının notlarından çalıştığınızı duyarsamda hiç affetmem.

08 Haziran 2007

Öksüz blog

Ey blog, çok salladım gene seni. Ama tam bir haftadır tekrar çalışmaya başladım gevur ellerinde (tabi şimdi burada çalışıyorum konseptine bir haftadır dahil olanlar, müzik dinlemek, etrafta dolaşmak, ofisin en üst katında bilardo ve pinpon oynamak gibi gibi). O yüzden bu yoğun stresli iş ortamında yazmaya hiç fırsatım olmadı. Ama çok yakında yoğun ilgim altında sıkılıcaksın, valla söz veriyorum, aha buraya yazdım, buraya tam, evet evet oraya, lam oraya değil yanına biraz...

28 Mart 2007

there's no place like home

10 gün oldu hiç bir şey yazmamışım, bu aralar kafam güzel biraz.

Sanırım mayıs sonunda Prag'a taşınıyorum (sanırımlık bir durum kalmadı aslında, ama Murphy bu güven olmaz). Buradan önce size "Fair Enough" başlıklı postumu hatırlatmak istiyorum okurlar. Demiştim ben, bir fair enough'a pabuç bırakımıyim ulean ben diye, evt iş teklif ettiler bende ok dedim, çok basit oldu.

Şimdi çalışma iznimin gelmesini bekliyorum, sonra vize, sonra uçak, sonra Prag...

Valla lan, şaka falan değil, gidiyorum galiba, aylardır iki haftada bir lokasyon ve fikir değiştirip durduktan sonra. Şaka olmadığı kesin, kimse gülmüyor zaten çevremdeki.

31 yaşıma girdiğimde zengin olmuş olucam ve dünyayı ele geçirmeye başlıycam demiştim lise 1'de. şaka maka niyetliyim be okur, bu da bu kustal amaç uğrunda bir adım olsa gerek (dünyayı ele geçirirsem blog okurlarıma vip statüsü vericem, hadi gene iyisiniz keratalar).

Konu hakkında uzun uzun bir şeyler yazıcam umarım yakında, öncesinde konu hakkında uzun uzun düşüncelerimin olması gerekiyor, her neden ise kafam bomboş.

24 Şubat 2007

Fair Enough

Ben ve sayısız mülakatlarım.

Artık iş görüşmelerine girmeyi hobi haline getirdim, çok yakında yaşam tarzım olucağından da korkmuyor değilim. Aslında korkmuyorum niye söylediysem bu lafı.

İnsanlar arıyorlar, bazen ben arıyorum, görüşmek ister misiniz diyorlar, hay hay diyorum, lafımı olur, bu ölümlü dünyada iki çift laf etmeden gitmek olur mu? sonra Barış Manço ne der buna, şarkı yapmaz mı bunun üzerine? "Bravo" diyor tabi telefondaki, o zaman bu saatte buluşalım.

Niye buluşuyoruz anlamadım, siz ofisde değil misiniz? Ben ofisinize falan gelsem, daha profesyonel olmaz mı diyorum hemen ardından. Hemen kıvırıyor tabi telefondaki, artık nasıl kötü niyeti varmış ise öncesinden. O zaman ofisimizde ağırlayalım sizi diyorlar. Üç gün iki gece, full konaklama, açık büfe yemek, all inclusive, sadece gecesi 200 euro (sadece gecemi 200 euro, yoksa gecesi 200 euro mu?). Avans olarak yazın diyorum haneme, işe girer isem maaştan kesersiniz.

Giyiyorum en şık takımımı (evt ulan bir tane takım elbisem var, vurmayın yüzüme), gidiyorum 15 dakika öncesinden belirtilen adrese. Erken gidiyorum çünkü öncesinden etrafı kolaçan ediyorum (kolaçan? nasıl saçma bir kelimeymiş bu da şimdi farkediyorum), çatılara yerleşmiş keskin nişancılar nerelerde, kaç tane hepsini not alıyorum, en kısa kaçış yolunu buluyorum kafamdan, görüşme kötü geçerse diye.

Sonra giriyorum görüşmeye, merhaba benim bir randevum vardı. "Randevu evi miyiz biz?" diyor sekreter her seferinde, diyorum hayır iş görüşmesi. Sonra görüşme başlıyor, önce soruyorlar "bir şey içer misiniz?" diye. Tabi diyorum, bir bardak sade kahve, yanına bir bardak Baileys eğer var ise. Yok ise Bacardi Cola. Mümkün mertebe öğle saatlerine alıyorum görüşmeleri ki, belki biri çıkarda "öğlen yemeğinide bizim ofiste yer misiniz?" şeklinde sorar diye (kimse sormadı daha, Türkiye ekonomisi kötüye gidiyor).

Kahvemi içiyorum, yeni insanlarla tanışıyorum, bir muhabbetler bir muhabbetler. Sonra eve gidip bir sonraki görüşmeyi planlamaya başlıyorum. Ama sanırım bir noktaya kadar kaçabileceğim, eninde sonunda bir firma ben içeri girince kapıyı kilitleyecek arkamdan, dönücem, "ne demek oluyor bu?" şeklinde karizmatik bir soru yönelteceğim, "buraya kadarmış Murat bey" diyecekler, "görüşmeye gerek yok bundan sonra bizde çalışıyor olacaksınız". Has... diyeceğim ben de karizmatik ses tonumu kaybedip. Oturtacaklar bir sandalyeye bir kübik ortasında duran bir masanın başında. "Buyrun bunlar ilk teknik dökümanlar, bunlar bug raporları, müşteri listesi, kolay gelsin..."

İki damla gözyaşı akacak gözlerimden aşağıya (başka nerden akacak zaten, nasıl saçma betimleme). Sonra cuma gelsin Taksim'e çıkayım diye bekleyeceğim, ay sonu gelsin de maaşlar yatsın.

Diyorum ama şimdi bu yazının bu noktaya kadar, başlık ile hiç bir alakası olmadı be okur. Çok mutsuzum be okur, bana sevgili bul allahsız okur.

En son yurtdışındaki bir firma ile bir telefon görüşmesi yaptım. Sordukları teknik soruları cevaplarken, işte kullanmama rağmen hatırlamadığım bir soru denk geldi. Bir süre telefonda böleydi şöyleydi derken, beynimde o konunun olması gereken yerde kocaman bir beyaz ışık kütlesi (boşluk demek oluyor bu) olduğunu farkedince, ben de tutamadım kendimi. "Açıkçası ben bunu şu işleri yaparken koda gömdüm, kullandım, ama ne amaçla kullandım şu anda en ufak fikrim yok" dedim. Karşımdaki adam hafiften bir güldü, sonrada "fair enough" dedi. Çok güldüm bende sonra bu söz üzerine. Nasıl kıvrak bir söz, hem olmadı ama olsun gibi, hem gider ya gibi bir söz. (görüşme muhteşem geçti o ayrı, bir "fair enough"'a pabuç bırakır mıyım ben be, peh...)

Bundan sonra hadi hadi yerine fair enough diyeceğim karşımdakilere, gider gider, şimdilik kabul ettim say, öbdüm gıdıdanda hatta, dermiş gibi.

http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=fair+enough

13 Şubat 2007

Cuma Yorgunluğu

Cuma günü Hakan ve Özge ile Bronx dönüşü ki oraya neden gittiğimi bile bilmiyorum, istiklal caddesi'nden yukarıya doğru yürüyorduk. Bünyelerde yorgunluk yer eylemiş, mızmızlanmaya doğru sürüklüyordu bizi adeta (adettendir ve hatta). Sonra ben saatin 2~3 olduğunua bakar iken, yorgunluğun da vermiş olduğu huysuzlukla, ne olduğunu bilmediğim şeylere söylenmeye başlamak üzere iken, bir anda durdum, yüzümde bir ışık belirdi (sanırım yanından geçtiğimiz barlardan birisinin ışığıydı ama çok anlamlıydı), aydınlanma yaşadım, ve bağırdım: "oley be yarın cumartesi, iş yok, erken kalkmak yok..."

Okur, ben 8 aydır çalışmıyorum, ve 8 aydır bana iş zaten yok. Bu sözler ağzımdan çıktıktan sonra 5 saniye kadar bir duraklama evresine girdim. Beynim meşgul tonu verirken yavaş yavaş, yavaş yavaş dediğim lafın saçmalığı yüzüme vurmaya başladı. "ne işi lan, zaten iş yokki bana, eee niye sevindim ki, yaşlanıyoruz ya...".

Olsun gene de sonraki gün cumartesi idi, iş ve erken kalkmak yoktu, hiç bir sevinç boşa harcanmamalıdır okur, ben de gülümseyerek yoluma devam ettim.

26 Aralık 2006

yeni iş versiyon 0.3

İstifa ettim, çok enteresan. Sabırsız bir insanımdır amma ve lakin istifanın bunun ile birebir bir ilişkisi yok. Evet 6 ay tatil sonrasında kendimi ortaokulda gibi hissettim, sabahları, "uyanmıycam uleaaaan gitmiycem işe falan" diye höykürerek çıktım yataktan, ama valla bununla bi alakası yok.

var mı ulan yoksa?

Yok yok, ne alakası olcak be. Getirisinin azlığı, saçma kurallar, cumartesi iş olması, telefonun 24 saat açık olucak her an arayabilirim dialogları (yok yok monolog), teknolojik olarak istediğim yönde projeler yapmıyor olmaları, vesairelerden güzide bir tutam çekirdek kabuğu, derken, derken, dedim napıyorum ben burda. Yere eğildim, pozisyonumu aldım, sonra başlangıç işaretiyle birlikte çıktım depara. Ooooh kim tutucak beni artık, doğru eve, sıcak yatağıma, ama yok rakipler dişli, müdür de arkadan depara çıkmış, sağ kulvardan bastırıyor. Telefonlar, güzel sözler, sıkıştırmasana hocam ya bu benim ilk yarışımmı sandın, yermiyim o taktikleri, arka planda Dvorak 9. senfoninin dörtlüğü çalıyor, dururmuyum.

Sonuç olarak ipi ben göğüsledim, yavaşlarken dönerek muzur bir gülümseme bıraktım diğer yarışmacı arkadaşlara, yatağım hala sıcaktı, uyudum.

19 Aralık 2006

yeni iş versiyon 0.2

ne demek yemek fişi vermiyolar? yemekhane yok mu?
kahveye paramı ödüyoruz?
ne demek ulan köşede tek ayak üzerinde durucam?!??!?

18 Aralık 2006

yeni iş, yeni aşk, yeni buzdolabı, yeni kahve markası

yarın yeni bir işe başlıyorum sayın blog. enteresan bir duygu, 6 ay malak konseptini derinlemesine araştırıp, inceledikten sonra, şu anda ortaokulda pazar akşamı ruh halinde sürünüyorum. Tatil bitiyor, kafam esince evden çıkıp dolanamıycam, 6 ay boyunca böyle inanılmaz önem verip her an ilgilendiğim hobilerimle eskisi kadar uğraşamamıycam (şaka len şaka, 6 ay hiç bişi üretkenlik göstermedim, hemen de kandın), yatmama bir kaç saat, yarın erken kalk, görev başına, ya ödevleri de yapmadım, hocadan azar işiticez bir de, sınavlar ne zamana acaba...

Şimdi yeni ortam, yeni insanlar, eğlenceli de olabilir tabi, en azından yürüyerek 20 dakika mesafe, böyle sabah elimde kahve, yürüme sırasında 4 şarkı dinliycek kadar vakit, bazen 5 şarkı bile olabilir, 4 dakkalık şarkılar buluyim, belki şarkı bitmezse arka sokaktan dolanırım yolu bir kaç dakika daha uzatarak, tek derdim o olsun di mi blog. Bu şekilde sabah 8:15 de uyanıp 8:30 da evden çıkarak, işe erken gitmiş olabiliyorum, örnek çalışanım aslında ben, şu anda diilim tabi, olucam yarın.

Ayrıca kısa süre içerisinde, kaza ile kameraların görüntü alanına girme, önemli kişilerin üzerine yayın sırasında kahve dökme gibi yaratıcı ünlü olma planlarım var, kısa sürede youtube a düşebilirim.

6 ay güzeldi be, bi sonraki 6 aya kadar artık bir süre daha yetişkin gibi davranıcam, çok idealistim, sonra ki adımım dünya barışı. yandan yemiş ortaokul ruh halini atlatırsam bir de.