24 Şubat 2007

Fair Enough

Ben ve sayısız mülakatlarım.

Artık iş görüşmelerine girmeyi hobi haline getirdim, çok yakında yaşam tarzım olucağından da korkmuyor değilim. Aslında korkmuyorum niye söylediysem bu lafı.

İnsanlar arıyorlar, bazen ben arıyorum, görüşmek ister misiniz diyorlar, hay hay diyorum, lafımı olur, bu ölümlü dünyada iki çift laf etmeden gitmek olur mu? sonra Barış Manço ne der buna, şarkı yapmaz mı bunun üzerine? "Bravo" diyor tabi telefondaki, o zaman bu saatte buluşalım.

Niye buluşuyoruz anlamadım, siz ofisde değil misiniz? Ben ofisinize falan gelsem, daha profesyonel olmaz mı diyorum hemen ardından. Hemen kıvırıyor tabi telefondaki, artık nasıl kötü niyeti varmış ise öncesinden. O zaman ofisimizde ağırlayalım sizi diyorlar. Üç gün iki gece, full konaklama, açık büfe yemek, all inclusive, sadece gecesi 200 euro (sadece gecemi 200 euro, yoksa gecesi 200 euro mu?). Avans olarak yazın diyorum haneme, işe girer isem maaştan kesersiniz.

Giyiyorum en şık takımımı (evt ulan bir tane takım elbisem var, vurmayın yüzüme), gidiyorum 15 dakika öncesinden belirtilen adrese. Erken gidiyorum çünkü öncesinden etrafı kolaçan ediyorum (kolaçan? nasıl saçma bir kelimeymiş bu da şimdi farkediyorum), çatılara yerleşmiş keskin nişancılar nerelerde, kaç tane hepsini not alıyorum, en kısa kaçış yolunu buluyorum kafamdan, görüşme kötü geçerse diye.

Sonra giriyorum görüşmeye, merhaba benim bir randevum vardı. "Randevu evi miyiz biz?" diyor sekreter her seferinde, diyorum hayır iş görüşmesi. Sonra görüşme başlıyor, önce soruyorlar "bir şey içer misiniz?" diye. Tabi diyorum, bir bardak sade kahve, yanına bir bardak Baileys eğer var ise. Yok ise Bacardi Cola. Mümkün mertebe öğle saatlerine alıyorum görüşmeleri ki, belki biri çıkarda "öğlen yemeğinide bizim ofiste yer misiniz?" şeklinde sorar diye (kimse sormadı daha, Türkiye ekonomisi kötüye gidiyor).

Kahvemi içiyorum, yeni insanlarla tanışıyorum, bir muhabbetler bir muhabbetler. Sonra eve gidip bir sonraki görüşmeyi planlamaya başlıyorum. Ama sanırım bir noktaya kadar kaçabileceğim, eninde sonunda bir firma ben içeri girince kapıyı kilitleyecek arkamdan, dönücem, "ne demek oluyor bu?" şeklinde karizmatik bir soru yönelteceğim, "buraya kadarmış Murat bey" diyecekler, "görüşmeye gerek yok bundan sonra bizde çalışıyor olacaksınız". Has... diyeceğim ben de karizmatik ses tonumu kaybedip. Oturtacaklar bir sandalyeye bir kübik ortasında duran bir masanın başında. "Buyrun bunlar ilk teknik dökümanlar, bunlar bug raporları, müşteri listesi, kolay gelsin..."

İki damla gözyaşı akacak gözlerimden aşağıya (başka nerden akacak zaten, nasıl saçma betimleme). Sonra cuma gelsin Taksim'e çıkayım diye bekleyeceğim, ay sonu gelsin de maaşlar yatsın.

Diyorum ama şimdi bu yazının bu noktaya kadar, başlık ile hiç bir alakası olmadı be okur. Çok mutsuzum be okur, bana sevgili bul allahsız okur.

En son yurtdışındaki bir firma ile bir telefon görüşmesi yaptım. Sordukları teknik soruları cevaplarken, işte kullanmama rağmen hatırlamadığım bir soru denk geldi. Bir süre telefonda böleydi şöyleydi derken, beynimde o konunun olması gereken yerde kocaman bir beyaz ışık kütlesi (boşluk demek oluyor bu) olduğunu farkedince, ben de tutamadım kendimi. "Açıkçası ben bunu şu işleri yaparken koda gömdüm, kullandım, ama ne amaçla kullandım şu anda en ufak fikrim yok" dedim. Karşımdaki adam hafiften bir güldü, sonrada "fair enough" dedi. Çok güldüm bende sonra bu söz üzerine. Nasıl kıvrak bir söz, hem olmadı ama olsun gibi, hem gider ya gibi bir söz. (görüşme muhteşem geçti o ayrı, bir "fair enough"'a pabuç bırakır mıyım ben be, peh...)

Bundan sonra hadi hadi yerine fair enough diyeceğim karşımdakilere, gider gider, şimdilik kabul ettim say, öbdüm gıdıdanda hatta, dermiş gibi.

http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=fair+enough

Hiç yorum yok: