15 Haziran 2008

Footy ve toplanmış 85bin kişi

Ben Footy gördüm.

Perşembe günü müdürlerden birisinin yanıma tüm güleryüzlülüğü ile yaklaşıp, hey mate (default prefix) dedikten sonra beni pazar günü barbekü ve hemen ardından footy maçına davet etmesi üzerine, hayatımda ilk defa stadyumda bir spor etkinliği için plan yapmış oldum (şimdi tabi biletleri adam alıyor bana kalsa 10 kere plan yapar sonra maç günü hastayım der evde otururum, barbekü için aynısı geçerli değil o türklerde mangal adı altında genetik olarak var).

Önce sevgili müdürümün evinde buluştuk, ben ve benim gibi daha önce hiç footy maçı izlememiş bir kaç çalışan ile beraber. Orada zaten bunun deneysel bir çalışma olduğunu farkettim (kurban olurum ben içinde 10 kilo et olan deneysel çalışmalara). Muhteşem bir greek salatası, et şöleni, ne olduğunu sorgulamaya vaktim olmadan yediğim çeşitli gıda ürünleri, ülkelerin popüler sporları üzerine yüzeysel bir muhabbet ve bira ile öğle vaktini doldurduk. Tabi daha çeşitli muhabbetlerde geçti ama ben hala Avustralya aksanına olan yabancılığımdan dolayı muhabbetlerin o kısmına içeriksel katkıda bulunmak yerine oraları gülerek geçiştirmeyi tercih ediyorum.

Hepimizin sandalyelerinin üzerinde ev sahibimizin tuttuğu takımın şapkalarından duruyordu ve özel olarakta maçı izlemeyenler o sandalyelere oturtuldu. Burada artık kendimi bir oyun içinde gibi hissetmeye başladım. Dışarı çıkarken koşullanmış bir şekilde hepimiz hastası olduğumuz Collingwood şapkalarımızı takmıştık bile. Wooohooo, Collingwood Collingwood...

Spor fanatizminden oldukça uzak bir kişi oldum hayatım boyunca. Fanatik diyerek yumuşatmaya da gerek yok, spor sevgisinden uzak bir kişiyim. Bu yüzden hayatımda hiç profesyonel bir stadyuma gitmedim. Bu sebeptendir ki stadyuma ilk girdiğim andan itibaren grandeur kokan bir hava suratıma suratıma çarptı (çarpma betimlemesi sonraki cümlede, parantez içinden bir şey beklemeyin). Hangi koltuk grubundayız diye insanlar arasından geçerken, o insanların ardı arkasının kesilmemesi, ileriye doğru baktığında tam olarak ne kadar olduğunu tahmin bile edemediğin sayıda insan görmek, ve bunların 3 kat olarak karşıda oturuyor olması daha önce tam olarak hissetmediğim bir duyguymuş ve bir süre kendimi salak hissettim.

Şimdi ben stadyum konseptini şimdiye kadar sadece bilgisayar oyunlarında gördüm tabi. Orada seyirci arka planda duran bir sürü kafadır, genelde bunlar copy&paste ile tekrarlanmış arka plan resminden ibarettir. 85bin insanı bir yere sokalım, hepsi ellerini kollarını sallasın, bağırsınlar konsepti dahilinde yapılmış bu ortamın gerçekliğini uzun süre kabullenemedim. Yani düşün adamlarda öyle bir hardware var ki, oradaki herkes birbirinden bağımsız hareket ediyor ve kimse birbirinin kopyası da değil. Arada ışık oyunları falan var, bulutlar geçtikçe, martılar giriyor çıkıyor görüntü alanına. Footy'de kurallarını anladıktan sonra oldukça eğlenceli bir oyundu, ama ben vaktimin çocuğunu çevreyi izleyerek gerçirdim.

Ayrıca sanırım Türkiye'de bir maç izlemekten farklı yanları benim maç süresince şapşal şapşal gülümsememe sebep oldu. Birincisi tabi ki tel örgü olmaması (sadece sahaya girerseniz cezası 6bin dolar gibi bir uyarı var, tabi insanlar okuma yazma biliyor niye girsinler di mi). İkincisi iki takımın seyircilerinin de karışık ve beraber oturması, birbirlerine muhteşem şekilde söverek laf geçirmeleri ama hiç bir şekilde ortalıkta bir taşkınlık olmaması (burada söverek dediğimiz zaman bizim standart Osman abi sövmesi demiyorum tabi, burda 45 yaşında hanım hanım bir teyzemizde maç konsepti dahilinde "Jackie kadın gibi kıvırtmayı bırak topu takip eeeeeet" ya da maç bitince "well fuck, we'll meet at the finals dicks" diye bağırabiliyor).

Neyse, koşullanarak tuttuğum takım kaybetti, hem de son 20 dakika resmen ezildiler. Bak sinirlendim gene, kardeşim izletmeyin bana spor aktivitesi sinir basıyor (mangal nasıl güzeldi ama...).

Hiç yorum yok: