Yağmur Damlaları
Hayatı sorgulamak için oldukça güzel bir gündü. Gökyüzü her an patlayacakmış gibi görünen dolgun gri bulutlarla kaplıydı. Rüzgar çoğunlukla sessiz durmasına rağmen, zaman zaman yerden bir kaç parça yaprağı kaldırıp, bir kaç kez heyecanla havada savurduktan sonra çabuk sıkılan çocuklar gibi kendi hallerine bırakıyordu.
Şehrin oldukça kalabalık bir mahallesinde, yüksek binaların çevirdiği bir bulvarda, park hala direniyordu çevresindeki yapılara. Kendisini çevreleyen yolların tam ortasında, cömertçe serpiştirilmiş rengarenk ağaçlarıyla, beyaz üzerine kırmızı harflerle yazılmış "çimlere basmayınız" tabelalarıyla, çiçek öbekleri ve yeşile boyanmış tahtadan banklarıyla eski resimlerden fırlamış gibi görünüyordu.
Genç bir adam yavaşça tahta banklardan birisine yöneldi parkın içinden yürüyerek. Büyük bir ağacın karşısını uygun gördü kendisi için, yavaşça ceketini çıkartıp yanına koydu oturmadan önce. Cebinden bir parça gazete kağıdına sarılmış bir simit çıkardı. Ayaklarını hafifçe uzatırken simitini parçalamaya başladı yavaş hareketlerle. Acelesi yoktu bugün, sadece kendisine ayıracaktı zamanını. Ufak bir rüzgar suratını okşarken ilk parçayı ağzına attı. Bir kaç güvercin kendilerini genç adamın huzuruna çıkarttılar hiç gecikmeden, yere düşen parçaların çevresinde dans ederek. Huzur diye düşündü, böyle bir şey mi acaba?
Çevresini inceliyordu bir yandan da, önce önünde duran ağacı süzdü baştan aşağıya. "yapraklarını sayabilir miyim acaba?", hemen vazgeçti bu fikrinden. Sonra parkın kalanına göz gezdirdi yavaşça. Her biri ayrı bir hikaye taşıyan başka onlarca insan gördü, bir uçtan bir uca koşturan.
Yavaşça kafasını sola, yolun karşısına doğru çevirdi genç adam. Arabaların arasından binaları ve kaldırımı süzmeye başladı. İşlerine koşturan onlarca insan, çantasına dolanan şemsiyesini kurtarmaya çalışan bir adam, yavaşça yolun kenarında ilerleyen bir bisikletli, alışveriş torbaları ile yavaş ama emin adımlarla yürüyen yaşlı bir kadın ve birden tüm bunların arasında beyaz bir kağıda dökülen mürekkep lekesi gibi gözüne çarptı kaldırımın ortasında duran ufak bir çocuk.
Ufak elleri yumruk halinde iki yanına açılmış, büyük gözleriyle boşluğa doğru bakıyordu çocuk. Üzerinde beyaz bir elbise, ayakları çıplak öylece duruyordu kaldırımın ortasında, yanından geçen insanlara aldırmadan, nereye baktığını bilmeden.
Genç adam ürperdiğini hissetti bir anda. Daha dikkatli bakmaya başladı küçük çocuğa, önünden geçen insanlara aldırmadan. Sanki bir tabloda hatayı bulun oyunu gibiydi karşısındaki sahne. Yavaşça yerinden yükseldi genç adam, kalan simiti gazete kağıdına sardı ve ceketinin cebine koydu. Çocuğa doğru yürümeye başladı hızlı adımlarla. Caddeyi geçti iki adımda, kaldırıma çıktı, nerdeyse kalın deri çantalı bir adama çarpıyordu. Tam çocuğun karşısında duruyordu ne yaptığını farkettiğinde.
"Merhaba ufaklık" dedi yavaşça.
Bir rüyadan uyanmış gibi gözlerini kırpıştırdı çocuk. Yavaşça kafasını kaldırdı ve genç adamın gözlerine baktı.
"Merhaba" dedi kısık bir sesle, kelimeler havada kayboluverdiler anında.
"Ne yapıyorsun burda, kaldırımın ortasında durarak? Gidecek bir yerin yok mu; nerde yaşıyorsun bakalım?"
Yüzünde ufak bir suçluluk duygusu çöktü çocuğun. "Evim yok" dedi sadece.
"Adın ne senin?" dedi genç adam ses tonu merakla birlikte güçlenerek.
Bir süre düşündü çocuk tekrar orda olmayan bir şeylere bakarak.
"Ben... hatırlamıyorum" dedi sessizce. Kafasını kaldırdı ve tekrar baktı genç adama o büyük siyah gözleriyle.
Genç adam irkildi gözlerine bakarken. Derin bir karanlık çöktü üzerine. Gözlerin içinde sonsuzluğa bakarken buldu kendisini. Başlangıçta her şey karanlık ve sessizdi, sonra ışıkları gördü havada uçuşan hayatında asla farketmediği renklerde. Melodiler uçuşmaya başladı kafasının içinde, hiç duymadığı notalarla bezenmiş. Yıldızları izledi, birer birer yerlerine koyulup parlamaya başlarlarken, altı günü saydı tek tek dünyanın yaratılışıyla, yedinci günü gördü çocuğun mutluluk gülücükleri ile kaplanmış, 7 katını gördü gökyüzünün, milyonlarca ufak ışık demetini seyretti uçuşurlarken, sıcaklığı duydu teninde alevlerle kaplı diyarları izlerken, yaşamları saydı tek tek her biri farklı, ihanetlerini gördü, sırt çevirişlerini, günahlarını ve gözyaşlarını her birinin yarattığı. Kendisini gördü en sonunda sonsuzluğa bakarken. Bir ses duydu herşeyin ötesinde.
"Hatırlamıyorum" diye tekrarladı çocuk, boş bakışlar belirdi yüzünde.
Genç adam tekrar baktı o gözlere uzun uzun ve derin bir iç çekti. Elini uzattı yavaşça.
"Benimle gelir misin? Bir yere ait olmak ister misin? Biraz çay, bir parça simit umarım şimdilik yeter" dedi gülümseyerek.
Çocuk sessizce kaldırdı gözlerini genç adama bakmak için. Suçluluk duygusu kayboldu yavaşça yüzünden, ufak bir gülümseme belirdi o büyük gözlerinin altında. Bir damla gözyaşı yavaşça akmaya başladı yanağından aşağıya. Elini kaldırdı çocuk, ve sıkıca tuttu genç adamın elini.
"Olur" dedi çocuk ağzından gülücükler saçarak. Gözyaşı yanağından aşağıya düştü sessizce, aniden beliren yağmur damlalarıyla birlikte. Başını kaldırıp havaya baktı genç adam gülümseyerek, yüzünde damlaların serinliğiyle.
"Haydi gidelim daha çok yolumuz var..." Ve yürümeye başladılar yoldan aşağıya, arkalarında çiçeklerden bir yol ve milyonlarca gözyaşıyla birlikte.