24 Nisan 2007

Kokteyl

- 1 ölçü Smirnoff North (20%)
- 1 ölçü Cardinal Melone (20%)
- 1 ölçü düz smirnoff (40%)
- 1 ölçü limonlu vodka (28%)
- 1 ölçü tekila (40%)
- 1 ölçü kavunlu italyan vodkası (bu kadar bilmiyorum ne olduğunu)(27%)
- 1 ölçü diet cola (0.01%)
- 1 ölçü elma suyu (0.023%)(????)
- 1 dilim limon

Bunların hepsini teker teker (isterseniz grup olarak da yapabilirsiniz çok önemi yok bu noktada) karıştırıcının içerisine atınız ve karıştırıcıyı kapatarak güzel bir şekilde çalkalayınız (demiştim çok önemi olmayacak diye). Yeteri kadar soğuk olduğundan emin iseniz (değil ise yapmanız gerekeni biliyorsunuz, evet evet buzdolabına koyuyorsunuz, çok güzel...), bardaklara koyarak servis yapabilirsiniz. On Ice olmak zorunda değil, bir fark yaratacağını sanmıyorum.

Sonuç: nasıl anlamsız bir şey, nasıl anlamsız bir şey, zaten kavun ve limon o kadar baskın ki, aynı anda hem kavun hem de limon içtiğinizi farkedebiliyorsunuz, ama nasıl karaktersiz, nasıl saçma.

Biz tabi, "aaaaa doğan karıştırıcı getirmişti, hadi bir şeyleri karıştıralım" gibi anlamsız bir fikir ile yola çıktık, nerdeyse ayran bile koyuyorduk içerisine, şimdi düşününce gerçektende çok kötü olabilirmiş, en azından bu içiliyordu. Tabii ki malzemelerin bir önemi yok, dolaptaki her şeyi koyduk. Şimdi düşünüyorumda dolapta çikolata ve gofret falanda vardı onları da deneyebilirdik.

Bu yazısının anakonusunu hala bulamamış iseniz daha fazla bekletmeyeyim sizi, karıştırıcı almayın, alırsanızda bir yere götürmeyin, ne gerek var, tek tek için kardeşim, eninde sonunda bir yerde karışıcaklar zaten, erken davranmanın lüzumu yok.

18 Nisan 2007

Dancing in the thrash

9 büyük torba çöp attım bugün evi toplarken, ki bu yeni başlamış halim. Çöp içinde yaşıyormuşum yıllardır haberim yokmuş. O değilde, buzdolabını bulamıyourum, kaza ile torbalarla attım mı ki...

Çok enteresan şeyler buldum dolapları karıştırdıkça, insan bir yere bir şeyi koyarken iyi düşünmeli, bunu buraya niye koyuyorum, bu gerçek hayatta ne işimize yarayacak ki diye.

15 Nisan 2007

Uzun eşek

Ev toplama modunda dolapları karıştırıp, gereksiz şeyleri soğuk ve karanlık bir boyuta gönderirken (çöp kutusu oluyor bu aslında), uzun bir süredir dolapta unuttuğum Evangelion robotlarımı buldum. Biraz oralarını buralarını mıncıkladım, çıkan yapıştırmalarını düzelttim, biraz hal hatırlarını sordum, bir kahve ikram ettim falan. Sonra tabi evde sıkılma psikolojisi sonucunda abuk subuk şeyler yapmaya başladım. Şimdi de utanmıyorum bunları afişe ediyorum.


"Baltalar elimizde, güç kablosu belimizde, biz gideriz eşeğe hey eşeğe..."

Eva 02 - lan 00 belim kırıldı insene artık...
Eva 00 - Tek mi, çift mi, söylesene...
Eva 02 - kızım elinde balta tutuyosun, teki çifti mi kalmış..., zaten kafam sıkıştı...
Eva 01 - çiftttt, çiftttttt
Eva 00 - hahaha, bilemediniz, tek balta var elimde...

Birde alakasız böyle bir güzelliğim var, özene bezene 4 günde bitirmiştim bunu, ama orasını burasını tutar tutmaz elimde kalıyor, deli ediyor beni, o yüzden böyle otursun dursun bu. Bir noktada uzun eşeğe katılmak istedi ama boyut farkı sebebiyle anlamlı bulmadı kimse bu fikri. Bir noktada diğer mecha maketleri ile birlikte aile fotoğrafı çekmeyi planlıyorum.



- Your wish is my command master...
- Ne?
- Emir diyorum, bacaklarım uyuştu, söyle de kalkıyim, ow ow ow dizlerim, ow aman diyim.

13 Nisan 2007

Aguk Buguk

Bir önceki haftasonu Sanat'ta gene yaklaşık olarak bunlara çok benzeyen bir tayfa ile gene rakı sofrasında oturuyorduk. Velhasıl o gece benim konuşma yetime bir şeyler olmuş. Bunu gerçekten çok gerzekçe bulduğum için herkese anlattım sanırsam ama gene de burayada yazmak istiyorum. (ulan sözlüğe bile yazdım entry olarak daha ne yapıcam)

Mesela avşar bunu 47 kere dinlemiş, ve inatla son anlattığımda bile gene güldü ayıp olmasın diye, üzerine Bodur bunu ayıkkende sarhoşkende N kere anlattın dedikten sonra biraz kalbimi kırmadı değil. Ben avşarın hatırı için aynı anıyı 97 kere dinlerim, zaten unutkan bir insan, ama 98 kere dinlemem şimdi düşününce, 97 yeter ama tamam.

Avşar bu durum için bana süper algoritma bile yazdı mesela:
if see yeni insan
tell rakıbalık&ameliyat
if see eski insan
check 'if told rakıbalık'
tell rakıbalık & ameliyat anyway

Tabi ben konuyu anlatmassam bir anlamı yok. Gece içerisinde iki anektod:

- akşama bakı ralık yapıcakmışız....bilmiyorum abi ben de anlamadım, bakı ne oluyor ki? evt rakı balıkta olur abi...

Sonrasında gecenin ilerlemiş saatlerinde bir de böyle bir şey geçti:

(göz ameliyatı hakkında konuşulurken konudan habersiz insanlara açıklama yapmak için sağa dönülür)

x- burun ameliyatlarından bahsediyoruz abi, gözler 4'ten büyükse zormuş...
y- burun dedin ama?
x- hahaha burun mu dedim, abi duydunmu göt ameliyatından bahsederken yanlışlıkla burun demişim
z- abi göt dedin şimdide

1 Ytl

Haftasonu, Bade ve Araf sonrasında saat iki gibi herkesler beni terkederken, 1 haftadır bende kalan alman misafirlerim teşrif ettiler, hatunlar dansedicez dansedicez modunda olduklarından bende kendilerine eşlik etmek durumunda kaldım.

Araftan çıkarak adını bilmediğim bir yere gittik, ben artık zıp zıp modumu kaybetmiş, sütuna yaslanmış duruyordum ki bana 10 dakka gibi geçen bir süre var, ama biz 3 saat orda kalmışız. Zira sabah 6 gibi eve giriyorduk.

Ben ortamda sütuna yaslanmış dururken rastalı bir gencimiz bana yaklaşaraktan 2 ytl var mı ya? tarzı bir soru yöneltti. Sonra süreç içerisinde şöyle bir dialog oldu.

-Ya, selam 2 Ytl var mı?
-Bakıyim,.... 1 var sadece al.
-Sağol ya

...5 dakika geçer, genç elinde bira ile gelir birayı bana uzatır
-Eyvallah, alırım iki yudum (bir yudum değil ama)

...genç gider, 15 dakka sonra tekrar gelir, elinde bir sigara vardır, uzatır...
-Eyvallah, alırım bir fırt

...genç gider, 15 dakka sonra gelir, birasını bırakır bana, dans etmeye gider, sonra geri gelir birayı almaya,
-Sağol abi, alıyim, sen keyifsiz görünüyosun ya
-İyidir be abi, tükettim enerjiyi biraz, arkadaşları bekliyorum...
-Sıkma kendini ya, tadını çıkar

Enteresan, bu sanırım çocuktaki iyiliğe karşılık verme konsepti. Kutsal adalet dağılımı. Ne ekersen onu biçersin gibi. Buradan o gece, 1 YTL'lik hizmet aldığıma inanıyorum, acaba 2-3 YTL versem ne olurdu düşünmedimde değil. Hayır hatun olsaydı falan. Neyse can sıkıntımı aldı sağolsun, yoksa millet sıkılsında gidelim derken orda patlayabilirdim.

Ey rastalı genç, bunu okuyorsan bil ki, bu haftasonu cebimde 1 yerine 3 YTL bozuk parayla aynı sütuna yaslanarak bekliyor olucam. Arkadaşların varsa getirebilirsin (çok yalnızım ve okur).

Zıp zıp haftasonu

Bu hafta sonu gene oldukça hareketli geçti. Cuma günü Batu ve Burcu ile anime partisi yapıp, sonra akşam Evrim, Alp ve Yeşim'i görmeye taksime çıkıp 12'den sonrada Burcu'lara giderek anime eşliğinde dünyaları yiyip içtik.

Çılgın ve yorucu cuma gecemizden sonra cumartesi Pınar hanımefendi'nin doğum günü için Bade'de rakı sofrasına gittik. Aferin çocuklara gittiğimde tabaklar falan masadaydı, yormadılar bizi. "Ooo Murat abi hoşgeldin ver elini öpiyim" dedi çcouklar sağolsunlar, dedim "yapmayın, ayıp oluyor, diğer müşteriler kıskanır".

Oturduk sonra 4 saat kadar deli gibi yedik, içtik muhabbet ettik, tabi ki en eğlenceli kısmı son bir saatiydi sofranın, herkesin suratları kırmızı olmuştu, salak salak oranın buranın fotoğraflarını çekmeye başladık.

Gelsin o zaman fotoroman:
Evet, ilk resmimiz sanatsal açıdan her zamanki gibi başarısız. Ama dikkatli bakarsınız duvardaki boyamanın kenarında, Pınar Kısa yazdığını görebilirsiniz. Buradanda anlıyoruz ki Bade çalışanları, biz gelmeden Pınar'a bir sürpriz yapmak istemişler, ve bunu çarpık espiri anlayışları ile yapmışlar. Ama bizde altında kalmadık gitmeden altına, Uzunluk Görecelidir yazdık.

Alican: Aaaaaaaaannnnnaaaaaaaah bu kim beeeeee!??!?
Erinç:.....
Bodur: (kesin gene suratımın yarısı çıkıcak...)

Bu resimden de çok bir şey beklememek gerekiyor okuyucu. Görüldüğü üzere, Pınar hala Kısa. AliCan, Bodur korkusunu biraz olsun yenmiş. Erinç, neyse ya...

AliCan: ahah iyi lan Bodurmuş, aman bende bir an...
Erinç: sigara di mi lan bu....
Bodur: ahahah suratımın tamamı çıkıyor sanki....

Burada Erinç ve Banu arasında bir miktar senkronizasyon hatası var. 2 saniye farkla yaşıyorlar aynı anı gibi. Birde Erinç elindeki çatal ile karizmatik bir şey yapmayı planlıyor gibi, ama tam kestiremedim. Gözüne saplasa nasıl karizmatik olur mesela, ya da burnuna sokarsa.

Erinç: ahaha nası karizmayım, kızlar ölün ölün, ben kız olsam bana kesin ve....
Banu: Erinç çatalın ucundaki peyniri düşürdün çocuğum, nereye bakıyosun battı pantolon, alooo...Burda Doğan ya aydınlanma yaşıyor ya da işlediği suçların altında ezilmek üzere. Resime konuk oyuncu olarak bir adet su şişesi ve bir adet şalgam şişesi de katıldı. Arkada ki teyzeyi ise kesinlikle tanımıyorum ama çok özenerek girmiş resime hakkını yememek istiyorum.

Pınar: bak anlatıyorum anlatıyorum anlamıyosun ki, getirmiycem bir daha seni buraya, hep şarkı kesilince dans etmeye başlıyosun, şarkı ile beraber edicen Doğan, yok ellerini falan çıklatmak şarkı başlamadan.
Doğan: wzzzzzbdnnnnnngubugubugubugubu brrrnnnnnn (alkol sonrası doğanın ses tellerini yeme modu)
Kadın (hatun): kahretsin telefon çekmiyor gene (nah çekmiyor, benimki çekiyor işte, senin telefonun dandik...)
Telefon (samsung): bzzzzzzzzt dürülü dürülü

Bu resimde enteresan bir şey bulamadım, herkes normal demek istiyorum, ama allahım o yanaklarım ne. Yanaklarımı bağışlasam bir aile 2 ay tok kalır (nasıl hesapladım anlatıcam bilahare) ya da yanakları alınmış 36 çocuğa yanak bağışı ile hayat verebilirim. Batu klasik, sessiz durursam hemen çekerlerde kurtuluruz bakışında (ben çekiyorum ulan bekliycen herhalde, kırk yılda bir kafamı tam alan foto çekebiliyorum zaten, sığmıyor yanaklar), Burcu çok sakin zaten.

En spesifik dialoglu resim:
Burcu: ...
Batu: ...
Bodur: ...

Bade sonrasında durmak bilmedik, gece bir itibariyle birde Araf'a girdik ve üzerinede delice dans etmeye başladık (şimdi deliler sırasıyla Burcu, Pınar ve Ben, kararsızlar var Erinç ve Banu, ortamdan hiç hazetmeyenler var Doğan ve Batu, Batu'nun gelmiş olması bile mucize, ben bizi boğazlar diye bekledim, bir ara yeltendi ben dans ediyor ayağına kalabalığa karıştım). Güzeldi güzel.

10 Nisan 2007

Beethoven 9. Senfoni

Günler süren aynı şarkıyı dinleme döngülerimden birisine daha girdim. Daha önce çok girdiğim bir döngüye tekrardan.

Evangelion Senfoni albümü. Beethoven 9. senfoni, ve ardından Pachalbel Canon in minor D. Tekrar, tekrar, tekrar, tekrar. Zaten muhteşem olmalarının yanında, Evangelion yüzünden bende daha derin etki bırakan iki parça.


Evangelion izlememiş olanlar için ne kadar anlamlı olur bilmiyorum yazdıklarım, izlemiş olanlar için ise spoiler vermemiş olduğum için sevinebilirim. Abi dur ben tam ortasındaydım Evangelion izliyordum, niye yazdın sen bunları diyen birisi çıkıcaksa aranızdan, aşağıda telefon numaram var, hatalıysam arayın (çok bakma aşağı yok bir şey).

Evangelion'da , dünyaya insanlığın sonunu getirmek için belli aralıklarla saldıran meleklerin ve bunlara karşı insanlığın tek savunması olan Eva adlı, tanrının imajı olan savaşçıların hikayesi anlatılırken, sonlara doğru bir bölüm çıkar. Zaten o ana kadar her bölümde psikopat bir aklın ürünü sahnelerle karşılaşırsınız.

Sonra bu bölüm gelir. Ana karakter olan Shinji, kendisinden ve hayattan ümidini kesmiş, kimseyi sevmeyen ve sevilmediğini düşünerek büyümüş bir karakterdir. Ve ilk defa son bölümlerde çıkıp gelen bir karakter karşısında kendisini çıplak gibi hisseder. İlk defa bu kadar güven duyar bu erkek çocuğa, ve aralarında neredeyse aşk denicek derecede bir yakınlık doğar.

Bu çocuk ise dünyanın sonunu getirmek için gönderilmiş son melektir. Milyonlarca insandan sadece biri Eva'ları hareket ettirebilecek beyne sahipken, bu çocuk üsse girer, içine bile girmeden uçarak Eva'lardan birini alır ve üssün merkezine inmeye başlar, üzerine verilmiş görevini yerine getirmek için.

Shinji bunu duyduğunda hemen göreve gönderilir. Gözlerinde yaşlar, çığlık çığlığa, Kaoru bir melek olamaz, Kaoru bir melek olamaz diye ağlarken, iki Eva dövüşmeye başlarlar ve arkada 9. senfoni çalmaya başlar. Bu senfoninin kanlı bir dövüş sahnesinde bu kadar iyi durabileceğini hiç düşünemezdim.

Devasa kütleler havada uçuşurken, göz yaşları arasında, dokuzuncu senfoninin eşliğinde, Shinji çığlıklar atar, neden, neden diyerek. Karou konuşur.

-Benim kaderim insanlığı yok etmek veya bu uğurda ölmek, sizinki ise hayatta kalmak. Ben hayatta kalanın siz olmanız gerektiğine inanıyorum, bunun için ise beni yoketmen gerekiyor Shinji. İkimizinde mutluluğu buna bağlı, seni tanıdığım için çok mutluyum, teşekkürler...

Ve dokuzuncu senfoni sonuna yaklaşırken, insanın aklında sözler kalır.

...Alle Menschen werden Brüder, Wo dein sanfter Flügel weilt...
(nazik kanatlarının aydınlattığı yerde, bütün insanlar kardeş olacak)

Bir de Death and Rebirth sonunda, bütün hikayeden bağımsızmış gibi, Shinji'yi görürüz, bir salonda, cello ile çalışırken. Sonra içeri girer diğer karakterlerde. Ve Canon in D minor çalmaya başlarlar, kanlı ve bunalım görüntüler eşliğinde.

ironiden anlamayan nesle aşina değilim.

Buyrun, ama maalesef alt yazlar ispanyolca, zaten müzik dinleyeceksiniz, alt yazıyı napıcaksınız ki, söylenmiş olmak için, gelmeyin bana bunlarla ya alla alla...

03 Nisan 2007

4 duvar ve ben

Nisan sonu evimden çıkıyorum. Çok enteresan bir duyguymuş bu. Her ne kadar geçen baharda buna yakın bir şeyler yaşamış olsamda şimdi daha bir gerçekçi oldu. Son kiramı yatırdım bugün, hatta benden sonra kalacak olan arkadaşı bile ayarladım. Ev sahibim ve emlak komisyoncum ile helalleştim (nası nası?), çok duygusal anlar yaşadık beraber. Ev sahibim göz yaşlarını tutamadı önce, inci taneleri gibi akmaya başladı yaşlar gözlerinden aşağı. Komisyoncunun gözleri doldu arkasından, "sen yapma bari abi zor tutuyorum zaten kendimi" derken sesi tiremeye başlamıştı bile.

Bir duygu çemberi oluşturduk hemen oracıkta, "helal edin hakkınızı" dedim tutamayıp kendimi. "HELAL" diye bağırdılar tek ağızdan (olsun demediler sanki...), "bir daha" dedim, "HELAL" dediler tekrar, "bir daha" dedim, bir sessizlik oldu, uzatmadım, ama dolmuştum artık, fışkırıyordu duygular her bir tarafımdan, oramdan buramdan, hop dedim, kaldırdım elleri, halaya çıkıverdik hemen oracıkta, iki adım sağa bir adım sola, hop diz kır tekrar kalk iki adım sağa, baktım halay başı kim belli değil, mendil yok bir şey yok, oradan bir bakkala girdik, bir kutu selpak, hazır gelmişken bir ice tea bir de vivident aldık, sonra gururlu bakışlarla çıktık bakkaldan.

Çok duygusaldık, coşuyorduk ileri geri, ama tabi ticaret ile arkadaşlık beraber gitmez, ev sahibi tutamadı kendisini,
-murat'çım ya biliyorsun son kira depozitoya sayılmaz
-sayılmaz mı be güzel abim
-e sayılmaz murat'çım
-şu güzel ortamı bozmasak abim
-sözleşmede yazıyor (ne oldu murat'çıma ha? bu kadar kolay mıydı her şey)
-hadi ya
(sessizlik, ama halay devam ediyor tabi biz gidiyoruz tutturmuşuz, komisyoncudan ses yok)
-tamam o zaman abim, yarın yatırırım da sen önüne bak istersen

Tansaş poşetli bir teyzeyi sıyırageçtik narin hareketlerle
-o değil de bu yeni arkadaşta geliyor ne güzel, bizim komisyon ne olacak?

Komisyoncu bu yüzden susuyormuş 2 dakkadır, bıraktım terli ellerini ikisininde. "eee yeter be sıçtınız içine güzelim halayın". Gösteriverdim tepkimi de, ama havada hala o lavuk duygusallık vardı, sert kelimeler yumuşayıveriyorlardı ağızdan kulağa giderken. Neyse yolladım çocukları evlerine.

Şimdi hangi eşyaları götürsem yanımda diye bakınıyorum. Halılar, bir iki tabak çanak, özel eşyalarım. Profilo'ya bakan duvarı da götürmek istedim ama demirbaşmış, cereyan yapar dediler bir de. (sokak kapısını söktüm ama kimse farketmeden)


Unuttum sanmayın keratalar, fotoğraf çekilirken (fotoğraf evt) ice tea'yi çoktan içip bitirmiştim, yolda geçerken çöpe bıraktım.