28 Mart 2007

there's no place like home

10 gün oldu hiç bir şey yazmamışım, bu aralar kafam güzel biraz.

Sanırım mayıs sonunda Prag'a taşınıyorum (sanırımlık bir durum kalmadı aslında, ama Murphy bu güven olmaz). Buradan önce size "Fair Enough" başlıklı postumu hatırlatmak istiyorum okurlar. Demiştim ben, bir fair enough'a pabuç bırakımıyim ulean ben diye, evt iş teklif ettiler bende ok dedim, çok basit oldu.

Şimdi çalışma iznimin gelmesini bekliyorum, sonra vize, sonra uçak, sonra Prag...

Valla lan, şaka falan değil, gidiyorum galiba, aylardır iki haftada bir lokasyon ve fikir değiştirip durduktan sonra. Şaka olmadığı kesin, kimse gülmüyor zaten çevremdeki.

31 yaşıma girdiğimde zengin olmuş olucam ve dünyayı ele geçirmeye başlıycam demiştim lise 1'de. şaka maka niyetliyim be okur, bu da bu kustal amaç uğrunda bir adım olsa gerek (dünyayı ele geçirirsem blog okurlarıma vip statüsü vericem, hadi gene iyisiniz keratalar).

Konu hakkında uzun uzun bir şeyler yazıcam umarım yakında, öncesinde konu hakkında uzun uzun düşüncelerimin olması gerekiyor, her neden ise kafam bomboş.

16 Mart 2007

St Patrick's Day ve Burcu'nun doğumgünü

Mart ayına yaklaşırken gözler takvime dikilmişti. (ahaha nasıl yalan, takvim yokki benim evde, neyse windows'un takvimi ile idare edicez, almak lazımdı aslında evede bir tane takvim, neyse). Evet 17 Mart, hem de cumartesi günü, Burcu'nun doğumgününü kutlayacaktık, ama bunun yanında ayrıca St. Patrick's day'ide kutlayacaktık (kutlayacaktım, orada ki kimsenin haberi olduğunu var saymasamda) (ayrıca aslında St Patrick's Day için bir yazı yazmaya niyetlenmişken o gün Burcu'nun doğumgününü kutlamaya gittiğimizi hatırlayarak bir an utandım ve başlığı değiştirdim. Şimdi bunu söyledikten sonra değiştirmemin bir anlamı kaldı mı? kaldı okuyucu sen devam et boşver).

Yeşil bir bere bulmam lazım. Yeşil t-shirt, yeşil bir hırkam da var. Önemli olan doğumgünü sonrasında bir de St Patrick's day partisine davet edilmiş olmam, ki enteresan bir şekilde bir buçuk aydır msn'de millete St Patrick's Day (copy/paste yok, her seferinde inatla yazıyorum) espirileri yapıyordum, bu aralar Boondock Saints falan da izlemedim, olucağı varmış demek ki. Özellikle irlanda Microsoft ile de iş görüşmesi yapıktan sonra oldukça fantastik hikayeler anlatmaya başlamıştım, olmadı ama (hem de nasıl olmadı, görüşme sırasında resmen tecavüze uğradım (özür dilerim 4-6 yaş arası okuyucu kitlem)), neyse konu dağılıyor rezilliğimi daha dışarı vurmanın anlamı yok.

Everyone wants to be Irish on St Patrick's Day my friend.

O güne özel şarkılardan yeterince eğlenceli bir şey bulamadığım için, saatlerdir, İskoç yeni yıl şarkısı dinliyorum. Bu şarkım cumartesi günü dışarı çıkıp hangi amaçla olursa olsun içicek gençlik için.

for auld lang syne my dear
for auld lang syne
we'll take a cup of kindness yet
for the sake of auld lang syne

let's have a drink or maybe two
or maybe three or four
or five or six or seven or eight
or maybe even more

for auld lang syne my dear
for auld lang syne
we'll take a cup of kindness yet
for the sake of auld lang syne

when it gets to closing time
and if you still want more
i know a pub in iverness
that never shuts its door.

Ayrıca St. Patrick's day için Chicago nehrini fosforlu boya ile yeşile boyayan insanlara bir şey demek istiyorum, ama bulamadım ne diyeceğimi...

13 Mart 2007

Geçmişe Saygı

Weezer - In The Garage

I've got a Dungeon Master's Guide
I've got a 12-sided die
I've got Kitty Pryde
And Nightcrawler too
Waiting there for me
Yes I do, I do

xxxHolic

Efendim şimdi xxxHolic aslında bir süredir zaten var olan bir Manga. Hatta ve hatta kendisi bizim güzide şehrimiz Istanbul'da bile seçkin kitapevlerinde (nasıl nefret ettim bu sözden bir anda) bulunabiliyor (Robinson Cruseo'da ben iki cildini terbiyesizce oturup okudum evt). Clamp daha sonradan 2005 senesinde bir filmini yayınlamış. Ve nihayet 2006 senesinde de 24 bölümlük bir seri haline getirilmiş.

xxxHolic'de konu en temel haliyle Yuuko ve Watanuki Kimihiro adlı iki kişinin çevresinde dönüyor. Watanuki gördüğü ruhlar tarafından rahatsız edilen ve hayatı işkence haline gelen, ben diyim 16 siz diyin 15 yaşında (anne sen de 14 de), anime'de oynama yaşı gelmiş çatmış bir capon lise öğrencisi. Bir gün (bu bir gün anime'nin ilk bölümüne denk geliyor tabi), yolda gene bunlardan kaçarken kendisini şehrin ortasında muhteşem oryantal tasarımlı bir klubede buluyor. Kapılar açılıyor, ve koltukta tüm güzelliği ve seksapeliyle yatan Yuuko gencimizi selamlıyor. "Hiç bir şey rastlantı değildir, her şeyin bir amacı ve sebebi vardır, buraya geldiysen bunu istediğin için gelmişsindir" diyerek daha 5. dakikadan gencimizin beynini ambale ediyor.

Yuuko istenilen dilekleri gerçek yapan bir cadı (cadı denildiğinde nedense insanın kafasında çirkin bir görünüm beliriyor, alakası yok tabi, Yuuko'nun köpeği oluruz, canım ya). Hikaye Watanuki'nin Yuuko'nun yanında yarım zamanlı hizmetçi olarak işe başlaması ile birlikte gelişiyor.

Eski dedektiflik hikayeleri gibi, her bölümünde Watanuki'nin ya da gelen bir müşterinin başına gelenler çözülmeye çalışıyor. Bazen eski Japon efsanelerinde bahsi geçen konular açığa çıkartılıyor, bazen hayalat hikayeleri irdeleniyor. Her bölümde yaklaşık olarak dersvari bir şey vermeye çalıssa da bunu "Olacak O Kadar" modunda yapmadığı için göze batmıyor.

İzlemeye başlayınca ilk dikkat çeken çizimleri. Sıradan insan anatomisine sadık kalmak gibi bir niyetleri olmadığını ilk saniyede anlıyorsunuz. Burada herşey ince ve uzun. Ve her şey bir o kadar renkli. Tamam Watanuki normal bir öğrenci. Ama esas her bölümde Yuuko'yu görebilmek için can atıyor insan. Her bölümde giyilen muhteşem renkli ve egzantrik kıyafetler, kimonolar, ve aksesuarlar insanı deli ediyor. Şimdi farketmiş iseniz anlatım yavaş yavaş Yuuko üzerine dönmeye başlıyor ey okuyucu. Yuuko her bölümde giydiği zaman zaman şuh, muhteşem kıyafetler içinde, hiç bir şey umurunda olmayan havasıyla, özellikle de "Watanukiiiiii, Sakeeeeeeeeeeeeee" diyerek gözlerinin altı kızarmış haliyle bağırdığı zaman, ekrana girip mıncıklamak istiyorsunuz. Her zaman bu halinden bir anda çıkıp karizmatik ve güçlü karakter olmasını da biliyor tabi.

Ayrıca tv serisi içerisinde hikayelerine pek değinilmeyen, ama ister istemez hemen dikkatinizi çeken, Yuuko'nun dükkanında çalışan iki ufak kız var. Bunlar tamamen tasarım harikası. Kıyafetleri, saçları, konuşmaları, etrafta koşturmaları, insan aptal oluyor gördükçe, nasıl bu kadar şeker olabilirler diye. Bunları ben birebir istettim, evde besliycem artık, hemen Osman'ın yanında.

Sonuç olarak xxxHolic, oldukça neşeli bir anime. Ama sonunda hikaye sonuçlanmadığı ve bir çok açık nokta kaldığı için, yakın zamanda ikinci sezonu geleceğine inanıyorum. Bir bonus olarakta, bahsettiğim o iki küçük kızın, bir bölüm bitişindeki ufak bir kliplerini veriyorum size ey okuyucular (Anime içindeki çizimleri daha farklı).



Ve buyrun bunlarda renk cümbüşü ile kastettiklerimi daha iyi anlatabilmek amacıyla sizin için birebir markete gidip elcağızlarımla seçtiğim resimler.



08 Mart 2007

Sevgili Osman

Hayatımda gözardı edemeyeceğim bir yere sahip olan Osman için özel bir yazı yazmak istedim. Aslında kendisi, gelip üzerime oturup, yazana kadar da kalkmam diye tehdit ettiği için şu anda bu yazıyı yazıyorum, Osman ise elinde türbişon ile tehditkarvari bir şekilde başımda bekliyor.

Şimdi Osman bir ayı, ama ayı deyip geçmemek gerekiyor. Sadece ayı dediğiniz zaman kendisi agresif tavırlar içerisinde üzerinize yürüyor, zira sırf bu yüzden ona isim koyduk.

Aslında çok önceleri nexum ofiste onla bunla dalga geçerken, gelen bir Alman stajer arkadaşımız ile dalga geçmek istediğimizde, her adını söylediğimizde dönüp bize baktığı için, ben zaman içinde ona farketmesin diye Osman demeye başlamıştım. Osman gel Osman git derken, sonra sonra gel zaman git zaman tanımlayamadığımız her şeye Osman demeye başladım, nexum ahalisinde bu fikri benimseyince birden ortalıkta her abudik şeye Osman diyen bir insan grubu oluştu.

-Ya oğlum bi grup vardı hani dıbıdıbı yapan, neydi?
*Osman?

-Abi bu proje zor gibi biraz, kim altından kalkar?
*Osman?

-Kim aldı lan benim kulaklıklarımı?
*Osman???
-Hadi len...

Sonra bu güzide Nexum ahalisi, doğumgünümde bana bir Osman aldılar. Bildiğimiz ayı Osman. Kutusundan çıkar çıkmaz zaten, "aaaa Osman" dememle birlikte adı Osman kaldı bizim Osman'ın. Şimdi Osman ile güzel zamanlarımdan bir iki kesiti paylaşmak istiyorum sizinle ey okurlar.

Biricik Osman'ın hayatından sahneler

Ofis, the early times...
(zaman zaman işten kaçmak için Osman'ı yerime bırakıyordum, enteresandır kimse farketmiyordu)

Osman çalışıyormuş gibi görünüyor. Hayır baya da kilitlenmiş ekrana, kafası karışık çocuğun.

Osman iş sıkıntısından kendisini starbuck kahvesine vermiş, ancak öyle konsantre olabiliyor beyim.

Baktı o da olmayınca, Osman kendisini müziğe veriyor, pis metalci Osman seni.

Osman ile çok güzel bir baba oğul ilişkimiz var. Bazen onu lunaparka falan götürüyorum gezmeye. Hayır bu kadar şapşal pozlar verirken, hemen arkamda IT müdürümüzün bizi hiç sallamayan havasına da hayran kalmıştım.

Ben,Ersin,Osman: "Abi, ayı var hazır hadi foto çekelim ehi ehi"
Cudi (müdür) düşünce balonu: "maaş revizyon zamanı da yaklaşıyordu di mi ya..."

Osman ile ev hayatı...

Osman Xbox oynarken. Her SoulCalibur oynadığımızda beni yeniyor olmasını hala tam anlamış değilim. Bir ayının ruh hali olsa gerek. Hayvanın parmakları da yok, o tuşlara nasıl basıyor bunu da tam çözebilmiş değilim, ama hayat mucizelerle dolu.

Osman sabah yatağımızda mışıl mışıl uyurken...hmmm, düşündümde bu resim hakkında yorum yapmak istemiyorum.

Yazımı tamamlarken Osman da tirbüşonu kafamdan çekerek, agresif tavırlarına son verdiğini bildirmiş bulunuyor, bir duş alıp yatıcakmış. Eh hadi bakalım.

01 Mart 2007

Yakitate

Evet sayın okur, bu haftaki anime incelememizde oldukça sıradışı bir anime ile çıkıyorum karşına (ne tarafına çıkıcam bilemedim okur). Yakitate, gene konsept bir anime. Konusu da hayatta derdini tasasını unutan bir gencimizin, Japonya'nın kendi adı ile bir ekmeği yok, neyimiz eksik diyerek, Japonya'ya özgü bir ekmek yapmak için yola çıkması gibi enteresan bir konu.

Şimdi daha ilk bölümden itibaren zaten garip bir anime olduğunu farkediyor insan. Tüm anime sadece ekmek çeşitleri üzerine kurulu. Ama öyle bizim kültürümüzdeki gibi bakkaldan alınan tek tip ekmek değil (aslında pastahanede poğaça çeşitlerinde bir artış farketmiyor değilim son zamanlarda). Her bölümde gerek zevkü sefa amaçlı, gerek yarışmada başarılı olmak için, birkaç farklı ekmek tipinin nasıl yapıldığı anlatılıyor.

İnsan ilk duyduğu zaman, aslında içten bir şekilde "ulan böyle anime'mi olur" diyor, (sen de dedin okur üst paragrafı okurken farkediyorum burdan). Ekmek ekmek nereye kadar. Ama öyle olsa buraya yazıyor olmazdım değil mi okur, sende hemen kanıyorsun bak. Bir kere Yakitate feci komik. Sadece salak espiriler değil, muhteşem kelime oyunları, surat ifadeleri ve özellikle ana karakterin yaptığı her ekmeği tadarken, karakterlerin zevkten kendinden geçişleri sırasında çizilen geçiş animasyonları.

Yarışma sırasında ana karakterimiz Azuma Kazuma'nın yaptığı Croissant'ı tadan direktörün, kendisini aya inerken görmesi, ve astronot kıyafeti içerisinde, elinde tuttuğu croissant ile poz verirken, "bu benim için küçük ama ekmek endüstrisi için büyük bir croissant" gibi bir cümle kurması, ya da daha önceden croissant yememiş olan Azuma'nın adı ilk geçince, " Kurowa-san kim?" gibi izlerken, "abi bu çok saçma, ama ben niye gülüyorum o zaman" gibi şeyler demenize sebep olan bir çok sahne var.

İkincisi ise biraz problematik bir özellik. Yakitate izlerken düzenli olarak acıktırıyor. 24 dakikalık bir bölümün yarısının ekmek yapmak, bunları tatmak ve ne kadar güzel oldukları üzerine konuşmak olduğunu düşününce sanırım çok saçma değil. Ama öyle böyle acıkmıyor insan, bu sebeple sağlık açısından yemek yerken izlemenizi tavsiye ederim.

Örneğin en son anime seansımızda, akşam yemeklerimizi yedikten sonra, Yakitate izlemeye başladık. Akşam yemeği üzerine, altışar poğaça ve beşer cezerye yedik Batu ile. Burcu gene minimal tüketmeyi başardı. Ama Batu'nun bile, "abi, sanırım biraz fazla yedik değil mi?" demesi özellikle bir iç sorgulamaya zorladı bizi. Gerçi "az bile yaptık o adi poğaçalara" şeklinde bir sonuca ulaştık ama olsun önemli olan niyet.

Yakitate 69 bölüm hala bitiremedim, ama bitirene kadar 5 kilo alacağımı öngörüyorum. Kafanızı dağıtmak için eğlenceli bir şeyler arıyorsanız, mutlaka izleyin. Önünüzde yemek varken izleyin, ekrana çok yakından bakmayın, annenizin sözünden çıkmayın falan.

İstemiyorum sanki

Yazmak istemiyorum,
istemiyorum,
istemiyorum,
istemiyorum,
istemiyorum

Yazmak istemiyorum,

Ama şimdi yazmış bulundum, olmadı sanki, istiyor muyum yoksa?

O değil de dominos pizza ne güzel deee miieeeee?