29 Ocak 2007

Kayboluşun Başlangıcı

Gözlerini açtığında ilk farkettiği boyun ağrısıydı. Eliyle boynunu ovuşturdu ve yavaşça doğruldu yatağından. Bir otel odasında olduğunu farketti. Çok sade bir oda içinde, klimanın sesini duyuyordu sadece.

Yatağından çıktı, hemen önünde duran terlikleri giydi ve karşısında gördüğü pencerelere doğru ilerledi. Neden bu otel odasındaydı, günlerden neydi, hangi şehirdeydi, aklına hiç bir şey gelmiyordu. Yavaş yavaş aklındaki soruların sayısının artmasıyla içinde bir korku büyümeye başladı. Yıllardan neydi, hangi aydaydı, burada ne yapıyordu, son hatırladığı yurtdışına yerleşmek için işinden ayrıldığıydı. Ama sanki yüzyıllar geçmiş gibi geliyordu şimdi düşününce. Bir gün öncesini düşünmeye çalıştığında ise bir ağrı saplanıyordu beynine.

Perdeleri çekti iki yana ve pencereyi açtı. Dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu, ama ilk hissettiği şey ıslaklık yerine yüzüne çarpan sıcak hava olmuştu. Yoğun bir nem ile birlikte tanıdık duygular belirdi beyninde. Sokaklara, binalara, insanlara bakmaya başladı. Buraya daha önce gelmişti, uzak doğu, sıcak, nem.

Ani bir hareketle arkasını döndü ve odayı incelemeye başladı. Her şey çok düzgündü, ortalıkta yatağın yanında duran bir el çantasından başka hiç bir özel eşya görünmüyordu. Hemen çantaya uzandı, ve ters çevirip, içini yatağın üzerine boşalttı. Kalemler, kağıt parçaları, uçak bileti, pasaportlar. Pasaportlar! Son hatırladığı sadece tek pasaportu olduğuydu, ama elinde Türk pasaportunun yanında, birde Avustralya pasaportu duruyordu. Uçak biletini açtı hemen. 2 Eylül 2010 Perşembe günü Bangkoktan İstanbul'a direk uçuş. Dizlerinin titrediğini hissetti, yatağın yanında duran koltuğa yığıldı.

Burdan çıkması gerekiyordu, evi araması gerekiyordu. Telefonu açtı, ama telefondan çevir sesi gelmiyordu. Ayağa fırladı, yatağın üzerindeki herşeyi çantaya doldurdu. Dolaba doğru yöneldi. İçerde bir bavul ve takım elbise duruyordu. Ne zamandan beri takım elbise giyiyorum diye düşündü. Sonra elektrikler çarptı kafasında. Yavaş ve tedirgin adımlarla masanın üzerinde duran aynaya baktı. Karşısında yeni saç ve sakal traşı olmuş bir yüz duruyordu. Ellerini suratına götürdü ve yeni öğrenen bebekler gibi yabancılaşmış bu suratta gezdirmeye başladı. 4 sene diye mırıldandı. 4 sene, kaybolan 4 sene... ve bu kadar yıpranmışım.

Daha fazla vakit kaybedemezdi bu bilmediği dünyada. Hızla elbiselerini giydi. Bavulun içine bakmaya cesaret bile edememişti, iki çantayıda aldı ve hızla odadan dışarıya fırladı. Kapıdan çıkar çıkmaz, oda temizlikçisi gibi görünen bir adama çarptı. O hızla yoluna devam ederken, dengesini korumaya çalıştı. Arkasından bilmediği bir dilde sözcükler yakaladı, yürümeye devam ederken arkasını döndü bir kez daha bakmak için. Temizlikçi önünde havlu ve çamaşırların durduğu bir arabayı itiyordu. Beyninde bir ses dikkat et diye bağırmaya başladı. Tekrar önüne yürürken aklında temizlikçinin ıslak paçaları ve sarı saçları kaldı.

Asansöre doğru yöneliyorken, aniden yangın merdiveni kapısını tekmeledi, ve merdivenlerden aşağı koşmaya başladı. Neler olduğu hakkında en ufak fikri yoktu, ama artık bunun bir önemide yoktu. Merdivenlerden aşağı koştururken, yangın merdiveni kapısının tekrar açıldığını duydu. En alt kata indiğinde yavaşladı, kapıdan lobiye çıktı. Otelin çıkış kapısına doğru yönelirken, resepsiyonistin kendisine baktığını gördü. Hızla etrafına baktı, lobide oturan insanlar kendisini izliyorlardı sessizce, bir ikisi ellerinde cep telefonu ile konuşuyorlardı. Kapıya doğru yöneldiğinde, yakın masada oturan iri cüsseli birisi yerinden kalkıp kapının önünde durdu. Herşey artık çok saçma gelmeye başlamıştı, arkasını döndü, ve yangın merdiveninin kapısından çıkan temizlikçiyi gördü. "Özür dilerim Murat Bey" dedi temizlikçi. Sonra boynunda güçlü bir acı duydu. Bağırmak istedi, ama dizleri çözülürken sadece kendisine doğru yaklaşan yeri izlemekle yetindi.

Gözlerini açtığında ilk farkettiği boyun ağrısıydı. Eliyle boynunu ovuşturdu ve yavaşça doğruldu yatağından. Gece bu kadar çok içmemeliydim diye düşündü gülümseyerek. Veda partileri hep böyle mi olmak zorunda...Nihayet işlerini halletmişti, yurt dışı macerasını tamamlamıştı ve Türkiye'ye geri dönüyordu. Ailesini ve arkadaşlarını ne kadar özlediğini düşündü. İstiklal'de bir bira ne kadar çekici görünüyordu şimdi.

Yataktan çıktı ve perdeleri açtı, güzel bir gün olacak gibi görünüyordu. Yavaşça elbiselerini giydi, el çantasının içini kontrol etti. İki pasaportuda, uçak biletide, cüzdanıda yerindeydi. Son bir kez odasının içine baktı, bavulunu alıp otel odsından dışarıya çıktı. Kapıda bir temizlikçi ile karşılaştı, temizlikçi gülümseyerek başını eğdi. "Odayı toplayabilirsiniz, çıkıyorum zaten" dedi gülümseyerek, temizlikçi aynı gülümsemeyle karşılık verdi.

Otel kapısından dışarı çıkarken hemen önünde duran taksiye bindi. "Havaalanına lütfen" dedi bavulunu alan taksiciye. Temizlikçi kıyafetleri olan bir adam lobinin pencerelerinden taksinin gidişini izledi, lobideki diğer tüm müşterilerle birlikte. Telefonu eline aldı ve düzgün bir ingilizce ile konuşmaya başladı. "Tüm personel kayıtlarını silebilirsiniz. Hedefte düzensiz davranış yok, verilen anıları kabullendi".

Halt Mich

Lacrimosa 1 haftadır ruhumu titretti, nasıl bir ruh hali var bu adamın anlamadım.

Halt Mich

Aus schlaflos gelebtem Tagtraum erwacht
So bin ich der Sehnsucht Opfer
Aus kindgelebtem Vertrauen erwacht
So klaffen heute meine Wunden

Das Leben brennt mir von der Seele
Die Sehnsucht erfullt mir tapfer ihre Pflicht

Halt mich - mein Leben - halt mich!

Solange sich die Zeit noch regt
Die Zeiger sich noch drehen
Solange drehe auch ich noch meine Runden
Doch des Lebens süsse Lust hat mich verlassen

Das Leben brennt mir von der Seele
Die Sehnsucht erfullt mir tapfer ihre Pflicht

Halt mich - mein Leben - halt mich!

25 Ocak 2007

Alleine Zu Zweit

Am Ende der Wahrheit
Am Ende des Lichts
Am Ende der Liebe
Am Ende - da stehst Du

Nichts hat uberlebt
Wir haben schweigend uns schon lange getrennt
Und mit jedem Tag "Wir"
Wuchs die Lüge unserer Liebe
Und je weiter wir den Weg zusammen gingen
Desto weiter haben wir uns voneinander entfernt

Einsam - gemeinsam
Wir haben verlernt uns neu zu suchen
Die Gewohnheit vernebelt
Die Tragheit erstickt
Der Hochmut macht trunken
Und die Naehe treibt zur Flucht

Tanz - mein Leben - tanz
Tanz mit mir
Tanz mit mir noch einmal
In den puren Rausch der nackten Liebe

Çok sıradan, rastlanan bir durum bile olsa güzel anlatmış Lacrimosa.

22 Ocak 2007

Bleach - Back to Business, Naruto follows


Okur, ey okur, biraz da olsa anime sevgin varsa, bleach izlemişsen (ki o zaman otomatik manyağı olmuşsundur), Bleach geçen hafta filler hikayeleri bitirip nihayet orijinal hikayesine geri döndü. 110. bölüm itibariyle, hikaye kaldığı yerden devam ediyor.

Biz istanbul sokaklarında festival havasına girdik sayın okuyucu, her köşede şampanyalar patlatılıyor (paramız mı çok nedir?), herkes beraber şarkı söylüyor (sanırım japonca evt), dünya genelinde bleach severler arasında tam bir bayram havası yaşanıyor, insanlar el öpüp para falan bile istemeye başladılar, konsept tamamen karıştı.

Gelsin hollow ichigo, gelsin Zangetsu, gelsin moonfang slices the moon, hepsi gelsin ulan, 1 yıldır bunu bekliyorum.

Ayrıca bu muhteşem haber üzerine, Naruto' da 2 yıl gibi öküz vari bir aradan sonra, Şubat ayınca nihayet filler'ları bitirip ana hikayeye geri dönüyor, ve Manga'da ki part 2'dan devam edicek, bunun içinde kutlamaları bilahare yapıcaz.

Yeni yıla nası girdik fotoromanı

Pınar'ın evindeki minimal yılbaşı partimizden elimizde 245803209 adet fotoğraf ve video kaldı. Bunlar yılbaşına nası girdiğimizi görsel olarakta anlatıyor. Şimdi hayvan kibin yazdım ben nasıl girdiğimi de inatla anlamayanlar resimlere bakabilirler. (...Yok abi ben okumuyorum resimlerine bakıyorum sadece...)

Birde tıklayınca resimler büyük boy olarak bile açılabilir, o derece, bir dene istersen, çekinme.

Doğan böyle girdi. Zaten belliydi adamın ilk düşen olucağı, adam görev bilinciyle içiyor tekilayı.


"Bu masadakilerin hepsi biticek ulan, nimet bunlar" isimli bu çalışmamızdada 4 angut olarak poz vermişiz. Pınar'ın bu bulanıklığı bilerek yaptığını düşünmesem de resime, saatte 50 km hızla sola doğru ilerliyormuşuz havası vermesi enteresan olmuş. Her türlü aksesuarımız da hazır, yeni yıla inanılmaz girmeye programlamışız kendimizi. Doğan karizmatik bir hareket falan yapmaya çalışıyor sanırım da, yanındaki Güvenpınar isimli karton kutu ile nereye kadar doğan demek istiyorum. Alican'da sanırım objektifin masada olduğunu falan düşünüyormuş çekim sırasında, olsun ama güzel poz vermiş.

Bakın görün doğan aslında nasıl birisi. Kendisine tripod doğan diyoruz artık aramızda. Gerçi topları yanlış yerde, ya da göğüsleri, bilemedim şimdi tam olarak, ama sağlıklı bir insanınkilerin olması gerektiği yerde değil her neyse bunlar. Renkleri de farklı, var bi gariplik kesin. Doğan resimde kendileri ile inanılmaz gurur duyduğunu yeterince belli etmiş.

Burada herkes ayrı telden çalıyor, bir noktada iskambil oynamaya kalkıştık. Ama resimde güzel bir ayrıntı olarak, Doğan'ın masadaki Pringles ile telepati kurmaya çalışması var. Hnnnn, olucak olucak, hnnnnn, yiycem seniii, hnnnnn. Sonrasında iletişim kurmayı bırakarak, yemenin daha mantıklı bir şey olduğuna karar verdi.

Bu resim anlaşıldığı üzere (anlayanlara sesleniyorum burada, anlamayanlar da cümlenin devamını okusun, ayrımcılık yapmayı sevmem) gecenin sonlarına doğru çekiliyor. Erinç şapkadan kusmuk torbası yapma transformasyonunu gerçekleştirmiş, bir de sanırım, ulan ben bunu niye içiyorum bakışı var. Alican ne yapıyor tam anlamadım, Erinç'in son jelibonu yemesine ağıt tutuyor herhalde. Pınar da ise kafam güzel gülüşünü görebiliyor olmanız lazım ey sevgili okuyucu (okuma sen resimlerine bak sadece okuyucu).

Buna ne diyim ben şimdi. Aslında burda biz gecenin sonu için simulasyon yapıyorduk. Birde benim kafama kova geçirdiğim fotoğraf olması gerekiyor, kovanın kullanım şeklini çözmeye çalışırken, ama onu bulamadım.

Ayrıca Erinç'in tek parça gri hapishane kaçkını pijaması ile çekilmiş fotoğrafı var, ama kişisel haklara saygıdan onu buraya koymamayı tercih ediyorum.

D20 Sallasak

Dün çok uzun zaman sonra tekrar frp oynadık. Ender'in evinde oynamış olmamızda ayrı bir nostalji kattı olaya. Eskiden olduğu gibi eve giden yolu da yürüyerek gittim, sanki 8-9 sene önceki gibi geldi herşey, aynı yol, aynı ev, aynı insanlar.

(ama nasıl yalan, her şey değişik aslında, Ender evli, Cenk göbekli, Erdem hmm o da göbekli, Batu bilemiyorum, Batu 8 sene öncekinden farklı değil sanırım, ben süperim (evt "süperim" herhangi bir değişiklik açıklaması değil, ama blog benim istediğimi yazarım, ayrıca eskidende süperdim, überim hatta))
(parantez açıp kapadıkça kendimi kod yazıyormuş gibi hissettim, hey gidi geçmiş yıllar)
(bir de yazı baya bir anlamsızlaştı gibi hissediyorum sanki, beni hep bu parantezler yaktı. Bu parantezi de inadına kapatmıycam okurken kıl olun.

Eskiden olduğu gibi aynı, toplamda 2 saat ancak oynayabildik, kalan zaman, çay, kahve, cips, dürüm, müzik, ve bilumum saçma ve komik geyiklerle geçti.

...değerli item arayışında ki oyuncu:
-bu yüzüktende daha değerli bir şeyiniz var mı bana göstermediğiniz?
-götüm var götüm

...roleplaying ızdırabı, npc'ye yaranmaya çalışan oyuncu
-büyük büyük büyük babamı beyaz ejderha, şatosunda yemişti.
-aaa ne tesadüf benim ki de aynı sebepten ölmüştü!?!?
-!?!?! acımla dalgamı geçiyorsunuz, hemen çıkın evimden...
-ama biz çelenkte getirmiştik

...cimri büyücü
-circle of death atıcam, yok yok atmıyim, atsammı ki, yok yok atmıyim...

...bazı büyülerin gerçek amaçları
-abi blink büyüsünde, %50 bu dünyada, %50 başka boyutta oluyorsun, böyle hayalet gibi
-kafan güzel oluyor yani??

O değil de, hani bizim bi 20lik zar vardı o noldu?

16 Ocak 2007

Ölüm Tehlikesi


Bu resmi geçen sene kurban bayramında çekmiştim. Bir şekilde paylaşasım geldi nedense. Yalın haliyle, kurbanlık koyunlar trafonun yanında bir yere koyulmuşlar. Trafo da ölüm tehlikesi işareti var. Gördüğüm zaman bana baya ironik görünmüştü. Koyunlar bu konuda ne düşünüyor diye de merak etmiştim.

a- Osman abi, ya kapıda ölüm tehlikesi falan diyor, sakata gelmeyelim?
b- Ya olm takma sen kafana, güzel arazi kapadık, sen otlanmana bak, en kötü ne olabilir.
a- Abi eli bıçaklı adamlar geliyor...

son mu?

Birisini son kez gördüğünü düşünmek garip bir duygu. Sonradan, son kez görüşümmüş demenin ağırlığının yanında, son kez görürken hissetsek bunu acaba nasıl kötü bir hayatımız olurdu.

Erdem'in yazısını okuduktan sonra garip hissettim baya. Özür dilemeler, verilen sözler, beraber yapılıcak işler, neler havada kalıyor bir daha göremeyince.

15 Ocak 2007

Pazar kahvaltısı

Saat çaldı sabah. Saat bu tabi, birisi kurmuş olmalı ki çalsın, yoksa ne diye gereksiz sesler çıkarsın. Ama oksijen eksik. Önce bir nefes almak lazım. Ciğerler. Evet, evet, ciğerlerim onun için orda. OOOOOOooooooooh, oksijen tamam. Su. Su içmem lazım, yataktan çıktıktan hemen sonra bunu yapabilirim, her şey sırasıyla.

Saat hala çalıyor, çok gereksiz bir detay gibi görünse de onun sesini bir kere duyduktan sonra, kendisine bölüm sonu canavarı gibi bakabiliyor insan, özellikle aynı saati 15 senedir kullanınca. Tabi saatin tepesine birisi bir tuş koymuş yaratıcı bir şekilde. Bastım, evet ses kesildi. Çok güzel adım adım gitmek lazım hayatta. Su, sürahide. Şimdi bir de bir ağrı var başımda ama. Görüntüde de var biraz bulanıklık. Sürahi, bardak, ağız, su. Evet yavaş yavaş geliyor bir şeyler. Bugün pazar. Tamam, pazar kahvaltısı, aile ziyareti zamanı, demekki saat bu yüzden kurulmuş, tahminlerime göre saati kuran kişide yüksek ihtimalle benim. Tabi ev populasyonu oldukça az düşününce, benden başka birisi olduğunu sanmıyorum, varsa da süper saklanıyor olması lazım.

Saat 9 buçuk. Tuvalet, yüz yıkama, giyecekler ve sokağa çıkma, bunlarıda belli bir sırayla halletmem lazım, sırayı karıştırırsam çok tehlikeli olabilir. Uyku, evt burda da bir eksiklik var. Gece, uzun, müzik, rakı, bira, güzel. Evet, baş ağrısıda tamam o zaman. Taksi, ev, gece 5. Uyku da burdan tamam. Kahvaltıya ulaşmam lazım. Yan mahalleye göç ediyorum. Ama hala bir güzellik var kafamda.

Annem, babam, abim, sucuklu yumurta ve çay, boş mideye bire bir. Nasıl da güzel muhabbet ediyormuş insan kafası böyle olunca.

Saati kuran kesin benim, kesin. Diğer ihtimaller oldukça zor görünüyor.

Yellow Submarine

Biri vardı bir zamanlar tanıdığım. Bana hayatından bahsetmişti, bir kahve bardağının arkasından. Oralara gittim demişti, oralara gittim, gezdim, gördüm. Gördüklerini anlatmıştı bana, benim görmediğim yerleri, insanları. Pastel renkli boyalarla kaplı bir resim çizmişti anılarından. Nasıl renkli, nasıl parlak. Ben de gidicem birgün demiştim. Gidicem, o resmi görücem. Benim de resmim olucak. Sonra o birisi gitti, ben ise gitmedim. Resim kaldı sadece. Rüyamıydı derim hala kahve bardağına bakarken. Resmi düşünüp, o gün çalan şarkıyı çalarım hala.


In the town where i was born, lived a man who sailed to sea,
and he told us of his life, in the land of submarines,
so we sailed on to the sun, 'til we found a sea of green,
now we live beneath the waves, in our yellow submarine

09 Ocak 2007

Zıpor

Tekrar spora başladım. 2452562 kilo olduktan sonra (şaka len şaka, 4 kilo fazlam var), napıyorum lam ben diyerek bi titredim, giydim spor ayakkabılarımı (şimdi evt, hep spor ayakkabı giyiyorum, ama bu sefer sporda giymek için seçtiğim spor ayakkabılarımı giydim), gittim salonuma.

Baya olmuş gitmeyeli tabi tanımadılar, almadılar içeri, zorluk çıkardılar, dedim ben 3 yıllık üyeyim. "O zaman neden böyle şişmansınız hohoho" diye dalga geçtiler. Çıkardım yazın çekilmiş süper fit fotoğraflarımı gösterdim hışımla. Sonra ordan çocukluk fotoğraflarına, bebeklik ftoğraflarına falan bakmaya başladık, güldük eğlendik. Sonra ben gene titredim, çıkardım üyelik kartımı, resepsiyonistin alnına yapıştırdım. O zaman geçebilirsin dedi tabi kadıncağız.

Sonuç olarak bir ay verdim kendime, tekrar sağlıklı bir hayat için. Bir ay sonra buraya ahanda 69'a indim yazmayan en adi dombilidir.

05 Ocak 2007

Neues Jahr 2007

Bir yılbaşı gecesi atraksiyonunu daha arkada bıraktıktan sonra biraz bir şeyler yazmak istedim. (istedim, suç mu, halende istiyorum).

Sanırım yılbaşı deyince aklıma ilk olarak, çevremde insanlar geliyor. Mümkün mertebe bu insanların ellerinde alkol ihtiva eden sıvı maddeler olduğu varsayıyorum (alkollü katı bir şey varmı acaba ya).

2006 sonunda da minimal olsa da güzel bir yılbaşı partisi yaptık. Pınar hanımın evinin son dakikada boşalmasını fırsat bilerek, doğan can, pınar can, erinç can ve ali can can (maalesef ali can'ın gerçektende ismi ali can bu sebeple ali can yazınca anlamsız olucaktı, hmm ali can san, ali can kun.. hm..) evde 4534 çeşit tüketime hazır abur cubur (ki bunlar bazıları silah olarak kullanılabilinen 3-4 çeşit jelibon, 3-4 çeşit çerez (kajunların hepsini erinç yedi burdan belirtmek istiyorum), erinç'in 6 aylık biriktirdiği maaşı ile satın alıp bizimle paylaştığı parmesan peyniri, ve çeşitli cipsler ile envai çeşit alkol ile parti moduna geçtik.

Babamın getirdiği kavun aromalı vodka, limon aromalı buzlukta saklanmış italyan vodkası, olmeca gold, gusta birası gibi çeşitli içkilerimiz vardı. Buradan Efes'in üretime başladığı Gusta birasına da saygılarımı tekrardan iletiyorum, zira kendisi inanılmaz güzel bir weissbier, yani buğday birası.

Hadi tamam içtik yedik shot yaptık, saat 11'e kadar süper muhabbet döndü, kimsenin fotoğraf çekemediğini farkettik, ortalıkta ne idüğü belirsiz balonlarla çeşitli cinsel espiriler yaptık falan. Ben arkam tv'ye dönükken, her çalan şarkıyı ilk 2 saniyesinden sonra bilerek ortamda bir karizma yaparken, ali can 6. seferden sonra nihayet, abi sen arkanı dönüp playlist e baktın di mi? doğruyu söyle bak diyerek sonunda patladı.

Sonra kağıt oynamaya başladık, ordan sonrası baya güzeldi. Hayır 51 oynadık, ama kimsemi kuralları hatırlamaz ya. Kafamıza göre kurallar yaptık, sonra farkettik oynanmıyo, değiştirdik değiştirdik, shot yaptık, değiştirdik. Sonunda mantıklı bi şekilde oynarken, 7 yiyen herkes ceza olarak shot yaptığı için saat 1 itibariyle, ortam güzel insan doldu.

Doğan'a burdan tekrar selamlarımı iletmek istiyorum, zira kendisi şimdiye kadar hiç görmediğim kadar güzel oldu. Özellikle ağzından çıkan o anlamsız ses parçacıkları, ki bunlar gerçekten anlamsızdı, umarım video çekerken kaydedilmiştir, en kısa sürede buraya koymayı da umuyorum.

Çok yedik içtik, güldük, kaza kurşununa kurban gitmedik, piyango bize vurmadı ve bu sebeple kimse kimseyi boğazlamak zorunda kalmadı, mutlu mutlu uyuduk.
Her zaman ki gibi bir yılbaşıydı sanırım.

Ein neues frohliches Jahr wünscht man jedes Jahr, und ob es wirklich so geht oder nicht, merkt man nur am letzten Tag.

ergo proxy v2- mesihin güncesi

Ergo Proxy'i hafta sonu gece 3 itibariyle bitirdim. Tadı damağımda kaldı. son iki bölümünü ertesi gün tekrar izledim. Bitiminden sonra gene onlarca düşünce kafamda bir o köşeden bir bu köşeye koşturup durdular (köşeli bir kafam var). Sonra son iki bölümden önce izlediğim ve o sırada çok anlamsız gelen bazı sahneler, son bölüm ardından kazandıkları yeni anlamlar ile hızla gözümün önünden geçmeye başladılar (sahneler yeterince hızlı geçtikleri zaman ki bu saniyede 25 sahneye denk geliyor, hareketliymiş gibi oluyor ?!?).
Çok güzel, mümkün bir zaman diliminde oturulup tekrardan izlemek gerekiyor.
Bir de Re-l Mayer çok güzel, ama çok güzel.